Değerli okurlarım;

Bir zamanlar annelerimiz yalnızca evin işleyişini düzenleyen, yemeği yapan kişi değildi.

O, çocuğun ilk mürebbiyesi, ilk öğretmeni ve, ilk terbiyecisiydi.

Eski zamanların anneleri, evlatlarına her şeyden önce edebi, hayâyı öğretirdi.

Bir odaya girerken kapının nazikçe tıklanmasını,büyüklerin yanında ayak uzatılmayacağını,ayakta bir şeyler yiyip içmenin hoş karşılanmadığını,sofraya oturmanın bile kendine özgü bir adabı bulunduğunu ilk onlar gösterirdi.

Büyüğe nasıl hitap edileceğini, misafir ağırlamanın inceliğini, sokakta yürürken bile bir edep olması gerektiğini çocuk önce evde öğrenirdi.

Çünkü anne, çocuğunun sadece büyümesini değil, insan olmasını isterdi.
Onun üzerine titrer, “topluma faydalı bir evlat bırakayım” diye gecesini gündüzüne katardı.

Ama bugün…
Köprünün altından çok sular aktı.
Bu saydığım değerlerin çoğunu bulmak ne mümkün?

Evlerin düzeni değişti, ailelerin yapısı değişti, hayatın temposu değişti.
Edep, terbiye, saygı… Bir zamanlar evlerin temel direğiydi; şimdi ise kaybolmuş birer hatıra gibi.

Eskiden çocuk, insan olmayı annesinden öğrenirdi.
Bugün birçok çocuk, ekranlardan “hayatı” öğreniyor.

Ve işte toplumun geldiği nokta tam da bu değişimin sonucu

Bugün aynı manzarayı görebiliyor muyuz?

Maalesef hayır.

Modernleşmenin hızı, kentlerin kalabalığı, teknolojinin baş döndüren ilerleyişi… Tüm bunlar ailedeki o eski terbiye zincirini sessizce aldı ve kopardı. Bir zamanlar doğal olan değerler, bugün artık “nostaljik” bulunuyor. Oysa toplum, işte tam bu noktanın bedelini ödüyor.

Huzurevine Bırakılan Anne-Babalar…

Bir düşünün…

Öz annesini, babasını huzurevine bırakanların sayısı her yıl giderek artıyor.

Miras alabilmek için anne babasının akli dengesinin yerinde olmadığına dair rapor peşinde koşanlar var bu ülkede.

Noter kapılarında, hastane koridorlarında…

Sorarım size kendi anne babasını “yük” gören bir toplum nasıl ayakta kalabilir?

İnsan neyi yaşatırsa onu yaşar.

Bugün anne babasına reva gördüğünü, yarın kendi evladı aynen ona yaşatacaktır.

Huzurevlerinin dolup taşması bir istatistik değil; bir toplumun ruh haritasıdır.

Orada insanlar, dertlerini hep içine atıyor, hatıralarını paylaşamıyor. Bir odada adeta, kaderlerine terk edilmiş bir şekilde yaşıyorlar.

Bu mudur insan?

Bu mudur aile?

Ruhunu Maddeye Satan İnsan

Gelin biraz daha derin düşünelim…

Günümüz insanı; lüks arabalar,emeksiz kazanılan paralar, sınırsız özgürlük söylemleri, uyuşturucu, alkol, hızlı tüketilen hayatlar arasında savruluyor. “Kimse bana karışmasın” diyor.

Evet, karışan yok ama insan kendine de sahip çıkamıyor.

Çünkü ruhunu maddeye satmış durumda.

Bu cümle ağırdır, ama gerçektir:

İnsan ruhunu maddeye satmıştır.

Maneviyatın, ahlakın, vicdanın, merhametin olmadığı yerde insan, sadece etten ve kemikten ibaret bir canlıya dönüşür.

Kreşte Büyüyen, Ekranla Oyalanan Çocuklar

Eskiden çocuk; anneden, babaanneden, anneanneden ve mahalledeki büyüklerden görerek öğrenirdi.

Bugün anne artık işe gidiyor, çocuklar kreşlerde büyüyor.

Eve gelen anne baba yorgun; çocuklar ise telefona, tablete teslim.

Peki bu çocuk, saygıyı, ahlakı, terbiyeyi kimden öğreniyor?

Sokaktan mı?

İnternetten mi?

“Influencer” videolarından mı?

Hayır.

Öğrenemiyor.

Sonra da toplumda saygısız, kırılgan, öfkeli, hırçın, yalnız bir gençlik görüyoruz.

Bu aslında bizim eserimiz.

Toplumsal Çürüme Kaçınılmaz mı?

Hayır!

Ama bir şartla:

Özüne dönen insanla…

Aile, Türk toplumunun en güçlü kalesidir.

Aile çökerse, toplum çöker.

Aile güçlenirse, toplum ayağa kalkar.

Önce ahlak, önce maneviyat…

Bunlar olmadan hiçbir toplum güçlü kalamaz.

İnsan Yeniden Kendi Özüne Dönmeli.

İnsan etten kemikten ve ruhtan yaratılan bir varlıktır..

Bedenle bu dünya yaşanır; ruh ile hayat anlam kazanır.

İnsanın bedeninden ruhu çıkarırsak; insan sadece tüketen, yalnız, bencil bir varlık haline dönüşür.

Bu yüzden:

İnsan yeniden kendi özüne dönmeli.

Yeniden ahlakı, merhameti, maneviyatı kazanmalı.

Yeniden insan olduğunu fark etmeli.

Çünkü toplumun yeniden ayağa kalkacağı yer, ailedir.

Unutmayalım! ahlak ve maneviyatını kaybeden toplumlar tarihin tozlu sayfalarında kaybolup girmişlerdir. Bu nedenle; Önce, ahlak ve maneviyat.