İnsanoğlunun, içine doğduğu tabiatı hiç değiştirmeden, onun bir parçası olarak yaşama şansı yoktur. Barınma, beslenme ve korunma gibi temel ihtiyaçların çoğu tabiatın yardımıyla ve tabiatın imkânlarından yararlanılarak giderilerek karşılanır. Bu durum aynı zamanda, tabiatın olumsuzluklarını gidermeye ve çevreyi değiştirmeye yönelik mücadele kültürüne de ortaya çıkarır. Kültürel bir çevre oluşturma geçmişten geleceğe uzanan ve aralıksız sürdürülen bir çabadır. Bu çabanın; bilim, ahlak, sanat, din, mimarî, sosyal çevre gibi alanlarda yoğun olarak sürdürüldüğü mekânlar ise şehirlerdir. Şehirler; belli bir süreç içerisinde kültürün oluştuğu ve buna bağlı olarak oluşan kültürel dinamiklerin geçirdiği yüksek ruhî ve bedenî sürükleyişin yönlendirmesiyle ortaya çıkan muharrik dürtünün medeniyeti doğurduğu yerlerdir.

Kültürün başat ögesi insandır ve yönünü, kalitesini, gerçekleşme hızını da yine insan belirler. Ama sonrasında bu bir iç içe geçişi doğurur ve zaman içerisinde sahip olunan kültür de insana yön verir. İnsanoğlu özgürlüğünü, düşünce dünyasını, yaşantıya dair çıkarımlarını, maddi ve manevi çözümlemelerini, kısacası; kişiliğini ve o kişiliği şekillendiren ayrıntıları, içine doğduğu tabiatın verimliliğinde değil de kültürel çevre içindeki pratikleri ile kazanır. Dağarcığını kültürel malzemeyle doldurmayan, hatta kendini ondan olabildiğince soyutlayan, kültürel çevreden kopuk, onun gücünü, değiştirme ve geliştirme kuvvetini hesaba katmayan topluluklar kendi şehirlerini, kasabalarını ve hatta köylerini bile kuramazlar. Bunlara riayet etmeden kurulanlar ise, iptidailiğin getirdiği geri kalmışlık içerisinde bocalayıp durmaktan kurtulamazlar.

Tek Tipleşen Şehirlerde Kimlik Bunalımı

Her kültür çevresi kendi şehrini kurar, her kültür çevresinin kendi kimliğini yansıtan yerel kültürü ve bu kültürün dikte ettirdiği bir medeniyet havzası, yerleşim şekli, yaşanmışlıkları, o yaşanmışlıkların sembolize ettiği, kendi kimlik kodlarını öne çıkaran bir şehri vardır. Her şehrin kültürü kendince çoğulcudur ama, bu çoğulculuk sadece kendi gerçeğini, içinden çıktığı kendi medeniyetini imler, kendine has ev mimarisini, sokak yaşantısını, mahalle biçimini ve bütün bunlara dayanan bir tarihî mirası ve komşuluk ilişkilerini gözler önüne serer. Çünkü, her şeyi ve herkesi benzer hale getiren, tek tipleştiren mekânlar, o mekânlarda sürdürülen hayatlar ve o hayatların bütününü meydana getiren toplum; bir kimlik, kültür ve medeniyet merkezi olamaz. Bir medeniyet zenginliği ortaya koyamaz. Beşerî zenginlikler için, köklerini temsil eden bir kültürel kimlik, mahallî ve coğrafî farklılıklar, şehrin ihmal edilemeyecek, asla gözden çıkarılamayacak kadar önemli, başka değerlerle takas edilemeyecek derecede mühim hazinesidir. Tek tip teknoloji, tek tip eğitim, tek tip giyim, tek tip düşünce ve inanç gibi, tek tip kültür ve bu kültürün dayandığı tek tip medeniyet; baskın bir zihniyet, otoriter bir hareket olarak yorumlanır. Yani kendine özgü hiçbir hali kalmamıştır veya süratle ona doğru gidiyordur. Bu durum ise, artık o toplumun kültürüne dayanmadığı gibi ne kimlik ve ne de medeniyet olarak, içinde barındığı insanları temsil etmekten uzaktır.

Halbuki; kültür, kimlik ve medeniyet; Latince söyleyişle, sui generis yani; kendine özgü, nevi şahsına münhasır olmalıdır. Böyle değilse o, taklittir, surettir ya da başkalarının benzeridir. Böyle bir durum arz eden medeniyet, bir milleti ve o milletin medeniyetini vurgulamaktan uzaktır. Bir kültürel birikimin ardından ortaya çıkan şehir; farklı olmayı, farklı düşünmeyi ve inanmayı, başkalarına zarar vermeden farklı yaşayabilmeyi, özgürlüğü telkin eder ve bu fırsatı insana ancak şehirde yaşamak verir. Siyasî, felsefi, dinî çoğulculuk; sosyal baskı ve denetimi azaltan şehir hayatının eseridir.

Modern Şehirlerden Geriye Ne Kalır?

Şehirler; milletlerin ve medeniyetlerin kime ait olduğunun en belirgin göstergeleridir. Zira her medeniyet, kendi şehirlerini kurmuştur. Bu yalnız mimarî üslûp bakımından değil, hayat üslûbu bakımından da göze çarpan bir farktır. Hatta aynı şehir, farklı iki medeniyetinde arka arkaya malı olmuşsa, bu iki medeniyeti ayıran zaman çizgisi o şehrin tarihinde ve bugünün de rahatlıkla müşahede edilebilir. Aynı köke dayanan milletlerin farklı zamanlarda hüküm sürmüş devletlerinin eserlerinde bile, kendince bir ayırt edicilik, bir farklılık, bir değişiklik göze çarpar. Bunlara bakarak, yapıldığı devir hakkında pekâlâ bilgi edinilebilir.

Onun içindir ki şehir kültüründe tarihi yapılar önemli yer tutar. Özellikle toplumun genelinin faydalandığı dinî ve resmî nitelikli yapılar ön plânda yer alır. Geçmişte şehirlerin semboller dünyasını çoğunlukla, şehrin merkezinde yükselen abidevi dinî yapılar oluştururdu. Modern şehirlerde bunların yerini parlamento, belediye, hükümet konağı, merkezî postane ve tren garı gibi değişik kamu hizmetlerinin yürütüldüğü gösterişli binalar aldı. Modern şehirlerde bu yapıların görüntüsünden bu abidevi yapıları çıkardığımız takdirde geriye; trafik karmaşası, kalabalık insan görüntüsü, çevre kirliliği, tabiatla insanın arasını açan, ruh sağlığını bozan, beton ve demir yığını mekânlar kalır.