Edirne Selimiye Camii, Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği, 1568-1574 yılları arasında Sultan II. Selim tarafından yaptırılan ve 1575'te tamamlanan, Osmanlı mimarisinin ulaştığı en yüksek düzeyi temsil eden bir medeniyet abidesidir. Ancak bu muhteşem eser, 19. yüzyıl müdahaleleriyle özgünlüğünü kaybetmiş, yüzyıllar içinde geçirdiği yanlış müdahalelerle özgün kimliğinden uzaklaştırılmıştır. Bugün yapılan restorasyonlarda sadece bazı bölümlerde 16. yüzyılın gerçek dokusuna ulaşabiliyoruz.

UNESCO'ya yapılan birinci yıl sunumunda belirtildiği üzere, kubbeye ilk müdahale 1884 yılında kubbe yazısının rengine değiştirilerek yapılmıştır. Ancak en büyük tahribat, Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) yapılan müdahaleler sırasında meydana gelmiştir. Bu devir içinde başta ana kubbe olmak üzere tüm satıhlarda özgün nakışların bazıları sıvalanmış veya kazınmış, yeni sıvalar üzerine barok üslupta nakışlar yapılmıştır. Tüm çıplak yüzeyler sıva ile kapatılmış, barok üslupta desenler veya yapısı bozulmuş desenlerle süsleme yapılmıştır. Hasan Çelebi yazılarının ise hattı Mustafa Nakşi tarafından üslubu değiştirilmiştir.

Arşiv belgelerinden edinilen bilgilere göre, kubbenin Sultan II. Abdülhamid döneminde bir tamir daha geçirdiği anlaşılmaktadır. Ancak mevcut tezyinatın korunmasına yönelik olarak çıkarılan ferman, maalesef Sultan Abdülmecid döneminde zaten değişime uğramış olan kubbe tezyinatına ilişkindir. Elimizdeki 1905 yılına ait fotoğraflar barok kalemişi çalışmaların varlığını göstermektedir. Kubbe ve yarım kubbeyi gösteren en eski fotoğraf ve ulaşabildiğimiz tek 16. yüzyıl özgün kalemişi parçaları olan desenlere baktığımızda, sadece bu desenlerin değil, tüm yüzeylerin üstünün sıvanıp üzerine 19. yüzyıl barok üslup uygulandığını görüyoruz.

Cumhuriyet döneminden itibaren barok desenlerin kazındığı bilgisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon belgelerinde yer almaktadır. 1950 yılında Vakıflar İdaresi'nden tezyinat şefi Muzaffer Batur başkanlığında cami harim kısmında yapılan araştırmalarda, özgün olmayan bu barok nakışların altında, sıva altında özgün nakışlar bulunmuştur. Ne var ki araştırma raspalarından sonra bu tarihlerde kalemişleri ile ilgili bir çalışma yapılmamıştır. 1956 yılında gerçekleştirilen onarımlarda, büyük ölçüde dökülen kubbe sıvaları tamir edilmiş ve sıva raspaları yapıldığı belirtilmiştir. Bu raspalar sonucunda, üst örtü öğeleri arasında yalnızca yarım kubbe ve kasnakta 16. yüzyıla ait desenler tespit edilebilmiştir.

1978 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan kalemişi onarımları küçük ödeneklerle 1983 yılına kadar devam etmiştir. Alınan kararlar doğrultusunda, 1978 ve 1983 yılları arasında kubbe kasnağına kadar olan bölümde yarım kubbelerin süslemeleri, daha önceki raspalarda ortaya çıkarılan özgün 16. yüzyıl desenlerine göre tamamlanmıştır. Bu dönemde 1950 araştırmalarında bulunan cami harim kısmındaki özgün kalemişleri, yarım kubbelerde, kemerlerde, kemerarası tonozlarındaki nakışlar yeni sıvalar üzerine yapılmıştır. Yazılar ise, onarım raporlarında belirtildiği ve raspa fotoğraflarında görüldüğü üzere, siyah zemin kalıntısı doğrultusunda siyah olarak yeniden yazılmıştır.

Selimiye Camii'nin 1983'te yapılan kapsamlı onarımında bütün alanlarda yapılan araştırma raspalarının neticesinde avlu revak kubbeleri, yan açık mahfil tavanları, pencere içi tavanları, giriş kapıları, mahfil tavanları, hünkâr mahfili ve müezzin mahfilinde caminin özgün kalemişi nakışları bulunmuştur. Bu alanlarda biçimleri çevreleyen tığ desenleri genelde rumi motiflerinin çeşitliliği içinde yapılmış tasarımlardır. Kompozisyon alanlarında şemse, dairesel göbek ve bordürlerde hatayi motifi de münferit ve karma olarak yer almaktadır. Kalemişlerinde kullanılan siyah, mercan kırmızısı ve oksit sarı renkli boyalar bütün kompozisyonlarda üslup birlikteliğini göstermektedir. Bu örnekler Selimiye Camii'nin özgün kalemişlerinin bir üslup birliği içinde yapıldığının önemli belgeleridir. Özellikle caminin eksedra kubbelerindeki özgün kalemişleri ana kubbenin tarifini verecek niteliktedir.

Ancak 1983 onarımında ciddi problemler yaşanmıştır. Ana kubbe nakışları kopyaları alınarak tüm alandaki nakışlar kazınmış, kubbenin sıvaları orijinale uymayan çimento harçlı sıvalar ile kaplanmış ve kopyaları alınmış üslupsuz nakışlar yeniden yapılmıştır. Dolayısıyla dönem ekinin özgün hali kalmamıştır. Ana kubbe ise sıva ile kaplanarak, mevcut 19. yüzyıl desenleri üzerinden bir tamamlama yapılmış olup, yazılar raporda belirtildiği gibi yeniden yazılmıştır. Kemer altlarında 1950 raspalarında bulunan ve küfeki taş zemin üzerine tatbik edilen özgün nakışlar, müteahhit firma ve kontrol amirinin kararı ile kemerler alçı sıva ile sıvanarak üzerine alttaki özgün kalemişleri tekrar yapılmıştır.

19. yüzyılda yapılan ana kubbe kalemişlerinin göbek yazısı ile pencere üst kasnağı arasındaki üslupsuz nakışlar, pencere çevresi ve üstündeki barok tezyinatla bir uyum içinde değildir. 1983'te barok kalemişleri, Mimar Sinan Üniversitesi Tezyinat Uzmanı Tahsin Aykutalp tarafından raspa bulgularına dayanılarak klasik üslupta çizilmiştir. Ancak renk ve motiflerdeki boyut dengesinin uygun olmadığı bu nakışlar, zamanın Kurul Kararı onayı ile kalemişi olarak tatbik edilmiştir. Restorasyonlarda Bilim Kurullarının belirli bir kural doğrultusunda karar vermedikleri görülmektedir.

20. yüzyıl kalıntılarının görüldüğü görsellerde, sadece görseldeki parça ve 1884 fotoğrafı üzerinden yeniden yazıldığı belirtilen yazının 1884 ve Abdülmecid döneminde müdahale gördüğü unutulmamalıdır. Klasik tezyinatta, rumi ve hatayi motifleri her zaman ayrı hatlarda ilerler. Ancak rumi hat üzerinde hatayi motiflerinin ya da hataiden çıkan rumi motiflerinin bulunması, kompozisyonel hatalara işaret etmektedir. Rumi desenlerde barok etkili yapısal bozulmalar ve gölgeli boyama teknikleriyle söz konusu desenlerin ne klasik tezyinatla ilgisi bulunmakta, ne de barok tezyinatla tam anlamıyla uyum göstermektedir.

21. yüzyılın ikinci yarısından sonra Mimar Sinan camilerindeki özgün kalemişi tezyinatları arasındaki mukayeselerde, Sinan camilerindeki kalemişlerinin önemli bir üslup birliği içinde olduğu görülür. Cami mimarisinin en önemli alanı olan ana kubbe, yarım kubbe ve eksedra kubbelerinde yapılan nakışların birbirinin tekrarı ve aynı tasarım anlayışında olduğu aşikardır. Tam da bu noktada, Sinan'ın 16. yüzyıl katmanlarıyla günümüze gelebilen eserlerini incelemek gerekir. Rüstem Paşa, Mesih Ali Paşa, Kılıç Ali Paşa, Manisa Muradiye camileri - hepsinde de klasik Sinan kompozisyon şeması hakimdir. Kubbe ve yarım kubbelerin doluluk-boşluk dengesi açısından uyumlu olduğu gözlemlenmektedir.

Ana kubbelerin tamamının dolu nakış olması hiçbir Sinan Camii'nde bulunmamaktadır. Bütün kubbeyi kaplayan dolu nakış, kubbenin derinliğinin hissedilmesinde büyük bir zaaf oluşturmakta, mimariyi sakatlayarak kubbenin derinliksiz bir satıh gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Osmanlı mimari tezyinatı üzerine araştırmaları önemli olan merhum Prof. Dr. Yıldız Demiriz, VI. Vakıf Haftası'nda (1988) Mimar Sinan ve Dönemi sempozyumundaki "Mimar Sinan'ın Yapılarındaki Kalemişleri" yazısında Sinan yapılarında kalemişlerinin hayli sade olduğunu, boşluk korkusunun söz konusu olmadığını, fazla renkli olmayan tezyinatın mimariyi ezmeyerek, mimariye saygılı olduğunu söylemiştir.

Etraflıca yapılan araştırmalarda Vakıflar İdaresi'nin son 30 yılında, Sinan camilerinde yapılan araştırmalardaki tespitlerde, bu tezyinat anlayışının Rüstempaşa Camii ve Kılıç Ali Paşa Camii'nin kubbe kalemişlerinin, yarım kubbe nakışları ile aynı paralellik içinde olduğu görülmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Koca Sinan'ın üç büyük eseri olan Şehzade Mehmet Camii, Süleymaniye Camii ve Selimiye Camii'nin kubbe kalemişi nakışları maalesef özgün değildir. Medeniyetimizin sembolü olan eserlerimizi yanlış ve eksik bilgiler ile yapılan onarımlarla gerçek kimliğinden uzaklaştırmaktayız.

2010 yılında restorasyona giren Süleymaniye Camii kalemişi araştırma raspalarında önemli özgün nakışlar ortaya çıkarılmıştır. Süleymaniye'nin 1957 yılındaki onarımlarında da bütün alanlardaki barok nakışlar raspa edilip orijinal nakışlar bulunmuş, ana kubbede ise sadece kandillik bölgesindeki pencere çevresinde yapılan aramalarda özgün nakışlar bulunamamış ve kubbe barok nakışların altında bırakılmıştır. Süleymaniye masraf defterlerindeki kayıtlarda kubbede kaç nakkaşın kaç gün çalıştığı belgelidir. Buna göre kubbe nakışlarının yarım kubbe nakışları doğrultusunda oldukça sade görünümde olması gerekir.

Owen Jones tarafından 1856'da hazırlanan "Grammar of Ornament" kitabının "Turkish Ornament" bölümünde, Süleymaniye Camii kalemişi nakışları ile yapılan renkli çizimlerde ana kubbe yazısı ve çevresinde tığ nakışlarının yer aldığı görülür. Bu, barok nakışların yapıldığı tarihten öncedir. Bu belge, Süleymaniye Camii yarım kubbe nakışlarının ana kubbede de aynısının tatbik edildiğini göstermektedir. Bu örnekten de hareket edecek olursak Sinan Camilerinin ana kubbe ve yarım kubbe tezyinatlarının bir üslup içerisinde tezyin edildiği ve birbirini tamamlayıcı nitelikte benzerlik gösterdiği bir gerçektir.

Kalemişi nakışların yanında tezyinatın en mühim hususlarından biri de mukarnaslardaki tahrirler meselesidir. Uzak mesafedeki farklı geometrilere geçişte kullanılan mukarnaslar, tahrirsiz bir yığın hususiyeti göstermekte, farklı satıhların algılanması imkansız hale gelmektedir. Selimiye'de ana kubbe bütünüyle birbirine bağlı tahrirli bir mukarnas zincirinin üstünde, bir şiiriyet ve yekparelik arzederek, mekanda vahdetin en mükemmel örneği olarak taçlanmaktadır.

Selimiye Camii'nde çini, mermer ve ahşap üzerindeki hatlar haricinde kalemişi olarak uygulanmış, bütün hatların devrindeki hat üslubuna uygun restitüsyonları yapılmalıdır. Caminin hattatı olan Hasan Çelebi'nin Selimiye ile birlikte başka camilerde de bulunan çini, ahşap ve mermer üzerindeki yazıları esas alınarak mevcut ibareler, mahallerindeki pozisyonuna göre yer yer tashih edilerek, aynı üslupta yenilenmelidir.

UNESCO Dünya Mirası Uygulama Rehberi'nin 79. maddesinde belirtildiği üzere, bir ve altı kriterleri altındaki adaylıklar (ki Selimiye de bu kriterlere tabidir) özgünlük koşulunu karşılamalıdır. Nara belgesini içeren Ek 4, özgünlüğün değerlendirilmesi için pratik bir dayanak sağlar. Nara'daki özgünlük tanımı, bize yapıtın dışındaki bilgi kaynaklarından da yararlanmamızı söyler. UNESCO Dünya Mirası Uygulama Rehberi Ek 4'te, yani Nara belgesinde tanımlanan özgünlük bilgi kaynakları - tasarım, malzeme, işçilik, işlev, gelenek, çevre ve dış kaynaklar - açısından değerlendirildiğinde Selimiye Camii'nin 19. yüzyılda kubbesine yapılan barok eklemelerin bu ölçütlerle bağdaşmadığı, aksine Sinan'ın eserlerinde görülen klasik kompozisyon bütünlüğünü bozduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

2021'de başlayan restorasyonda, 16. yüzyıla ait olduğu belirlenen desenler belgelerle ortaya konulmuştur. Hazırlanan restitüsyon projesi, UNESCO Dünya Mirası Uygulama Rehberi ve Nara belgesinin özgünlük ilkeleri gözetilerek hazırlanmıştır. Bu çerçevede, özgün Sinan tezyinatında görüldüğü üzere, kubbe ve yarım kubbe tezyinatı bütüncül bir anlayışla ele alınmalı, bunlar birbirından bağımsız olarak değerlendirilmemelidir. Yarım kubbe yazı göbeklerinde de önerilen restitüsyon projesine benzer bir durum uygulanmış, 1884 tarihli barok desen en eski belge olmasına rağmen, ana kubbe göbek deseni restitüe edilmiştir.

Elimizde bu kadar kesin örneklerin var olmasının yanı sıra, Selimiye'de yarım kubbelerdeki özgün nakışların da halen mevcut bulunması ana kubbenin bu çerçevede düzenlenmesini gerektirmektedir. Çok fazla detaylara girmeden Sinan Camilerinin hatta sonrasında 17. yüzyıl erken dönemleri de dahil bütün camilerde ana kubbe ve yarım kubbe nakışlarının aynı biçimde olduğu bilinir. Bu bilgiler doğrultusunda Selimiye Camii'nin ana kubbe nakışlarını caminin özgün eksedra kubbelerindeki nakışları taşıyarak kubbenin restitüsyonunun yapılması doğru bir karardır. Elimizde bu kadar kesin örnekler varken, Selimiye'de yarım kubbelerdeki özgün nakışlar halen mevcutken, aynı üslupta kubbeye tatbik edilmeyip dönem eki adı altında farklı tercihlerde bulunmak tarihi, bilimsel ve sosyolojik açıdan doğru olmamaktadır. O zaman 1905 tarihli tezyinatın neden dönem eki kabul edilmediği suali cevabsız kalmaktadır.

Restorasyonun en temel amacı yapının zamanla bozulmuş, değiştirilmiş veya tahrip olmuş özgün halini mümkün olan en bilimsel ve doğru yöntemlerle yeniden ortaya çıkarmaktır. Barok tezyinat 16. yüzyıl Osmanlı klasik dönem mimarisi ve süsleme sanatının ruhuna ve estetiğine ait değildir. Mimar Sinan'ın Selimiye'si Osmanlı klasik dönemin zirvesini temsil eder. Yapının her detayı, bu dönemin sanatsal ve teknik dehasını yansıtır. Sonradan eklenen farklı üsluplardaki unsurlar, bu tarihsel bütünlüğü bozar ve eserin orijinal anlatımını zayıflatır. Eserin kendi dönemiyle tutarlı bir sanatsal dili olmalıdır.

Selimiye, Osmanlı Medeniyetinin, İstanbul'daki o büyük mimari yapılanmanın, en parlak devrenin serlevhası ve nişanesidir. Selimiye; ruhu, duygusallığı, şiiriyeti ve ihtişamı ile İslam medeniyetinin somut, muhteşem değerlerinin maddeye dökülmüş halidir. Medeniyet bütünlüğünün yekpareliği bozulup rencide olmaması gerekir. Selimiye'nin yapıldığı dönemdeki özgün ruhunu, derin hissiyatını, deruni biçimlerini, muhtevasını ve fonksiyonunu bozulmadan muhafaza etmek şarttır. Tarihi eserlerin korunması, ortak şuuru oluşturan değerleri koruyarak kültürün muhafazası noktasında fevkalade önemlidir.

Prof. Uğur Derman başkanlığındaki bilim heyetinin ortaya koyduğu veriler ve UNESCO ilkeleri, Selimiye'nin doğru restorasyonunun yolunu açıkça göstermektedir. Artık biliyoruz ki, Selimiye'nin gerçek güzelliği gösterişli barok nakışlarda değil, klasik dönemin sade zarafetinde saklıdır. Amacımız tarihi mirasımızı doğru bilgiyle koruyarak gelecek nesillere aktarmaktır. Ve bu güzelliğe kavuşmak, elimizdeki bilimsel verilerin ve uluslararası koruma ilkelerinin ışığında hem mümkündür hem de bir medeniyet borcudur.