Sabahın ilk ışıkları pencereden süzülürken düşünüyorum. Etrafa bakınca bir ağırlık çöküyor yüreklere. Banka kuyruğundaki sonsuz bekleyiş, hastane koridorlarında kaybolan zaman, müşteri hattındaki robotik ses... Hepsi sabrımızı zorluyor. Eskiden küçük bir rüzgâr gibi geçip giden işler, şimdi önümüzde kocaman dağlar gibi. İçimize bir fısıltı yerleşiyor: "Azla yetin, daha azını bekle." Bu fısıltıya kapılmamalıyız. Değişim rüzgârları esiyor çünkü.

Görünen o ki herkes kendi dünyasına çekilmiş. Kimse başkası için fazladan çaba göstermek istemiyor sanki. Ama gerçek daha derin. Sistem bize hep daha fazlasını istiyor. Sosyal medyanın parlak yalanları, iş yerindeki acımasız yarış, ekonomik beklenti arzuları... İnsanlar sadece hayatta kalmak için değil, bu yüksek beklentilere yetişmek için de tükeniyor. Sonuç? Ruhumuzu, bedenimizi, zihnimizi saran bir yorgunluk. Ellerinden gelenin en iyisini yapmaktan yorulmuş insanlar. Sistem daha çok isterken karşılığını vermiyor. Çabanın değeri kaybolunca, sıradanlık bir çığlığa dönüşüyor.

Hayat bize sessiz bir ders veriyor: Hiçbir şeyi zorla tutamayız. Tıpkı avucumuzdaki kumu sımsıkı kavrayınca kayıp gitmesi gibi. Kimseyi sevmeye veya bizi sevmeye zorlayamayız. Bazı insanlar size doğru bir ırmak gibi akar, bazıları uzak dağlardan esen rüzgâr gibi geçer. "Olan oldu" sözünün bilgeliği burada yatıyor. Bize ait olan, bir gün kapımızı çalacak. Kontrol edemediklerimizi kabullenmeyi öğrenmeliyiz. İnsanları değiştirmeye çalışmak, güneşe küsmeye benzer. Yapabileceğimiz tek şey kendi rengimizle var olmak ve başkalarının renklerine saygı duymak. Zaman gerçek niyetleri ortaya çıkarır. Beklentilerimizi defalarca anlatmaya gerek yok. Kimi insanlar size iyi davranmayı reddeder bu anlamadıklarından değil, anlamak istemediklerindendir. Onları zorlayamazsınız.

Peki bu döngü nasıl kırılır? Bu basit bir olumsuzluk değil. Etraflıca düşünmemiz gereken bir sınav. Kendimize şu soruyu soralım: "Bu yorgunluğun içinde benim payım ne kadar?" Gerçek şu: Sıradanlığa teslim olmak geleceğimizi ipotek altına almaktır.

Değerlerimizi yeniden keşfetmeliyiz. Verimlilik ve beklenti fazlalığı değil, kalite ve özen öne çıkmalı. Bir işi "olduğu kadar" değil, "içimizden geldiği gibi en güzel şekilde" yapma arzusunu yeşertmeliyiz. Bu sadece bireysel değil, toplumsal bir çağrı. Emeğin ve samimi çabanın kıymetini bilen sistemler kurmalıyız. Robotik cevapların soğukluğu yerine, insan sıcaklığına ihtiyacımız var. Müşteri hizmetinden sağlığa kadar her alanda gözlerin içine bakan bir empati gerekli. Bugün kaç yerde böyle bir sıcaklık bulabiliyoruz? Tükenmişliğin erdem gibi sunulduğu o çılgın tempoya "Dur" demeliyiz. İş ile yaşam dengesi lüks değil, zorunluluk. Kendi iç dünyamızın bahçesini korumak hepimizin görevi. Bitkin bir toplum ilerleyemez.

Belki de bu sıradanlığın gri perdesi, içimizde unuttuğumuz yaratıcı kıvılcımı bulmamız için bir fırsat. Küçük bir adım atmak, belki o ertelediğiniz kitabı açmak, bir fidan toprakla buluşturmak, komşuya aşure vermeyi unuttuysak, taze ekmek götürmek. Yeni bir şeyin tohumunu ekmek. Ezberleri bozan bir fikir... Bunlar sıradanlığın karanlığını yırtacak ışıklar olabilir. Kendinize dürüstçe sorun: "Daha iyisini yapabilir miyim? Bunu hak etmiyor muyum? Duygularım bu yorgunluğun neresinde duruyor?"

Hayat bir Pazar sabahı nehri gibi akıyor. Ne gidiyorsa bırak gitsin, arkasından bakma. Ne geliyorsa kucakla onu. Size ait olan, sizi bekleyen, bir gün mutlaka gelecek. Kimsenin hayatına sığmaya çalışırken kendi renginizi unutmayın. Doğru insanlar, gerçek dostluklar yolunuzu bulacaktır. Size huzurun sessiz müziğini getirecekler. Çünkü her birimiz bu kısa yolculukta derinden mutlu olmayı hak ediyoruz.

Bu sıradanlık aslında bir uyanma çağrısı. Hayal kurma cesaretimizi yitirmeden bu döngüyü kırmalıyız. Sıradanlığın kökünü sökmek, sıra dışı bir gelecek dikmek hepimizin elinde. Küçük bir adım atın şimdi, sadece bugün, sadece şu an için. O ilk adım, içimizde sönmeye yüz tutan o kıvılcımı yeniden tutuşturabilir. Bu değişim bir devrim değil, bir başlangıçtır. Ve başlamak için geç değil. Yarın değil, şimdi. Cesaretiniz varsa, kıvılcım hâlâ orada.