"Keşke şöyle deseydim..." Bu cümle, zihnimizin labirentlerinde yankılanan tanıdık bir sestir, değil mi? Akşam yemeğinin ardından, belki de yıllar öncesine ait bir anı, bir tartışmanın kıvılcımı aniden zihninizde alevlenir. O an söylenemeyen sözler, yutkunulan cevaplar, bir pişmanlık yumağı gibi boğazınıza düğümlenir. "Keşke hiç söylemeseydim," diye düşünür, susarsınız. Ya da sabahın ilk saatlerindeki nemle kayganlaşan bir kaldırımda son anda dengenizi bulduğunuz o ürpertici an... "Ya düşseydim?" sorusuyla birlikte bir soğukluk yayılır tüm bedeninize. İşte bütün bu içsel sorgulamalar, geçmişte yaşanmış olaylara farklı olasılıklar, alternatif senaryolar ekleyerek zihinde oynadığımız o derin ve çoğu zaman yorucu oyunun ta kendisidir: karşıolgusal düşünme. İnsan olmanın doğası gereği, hepimiz aynı sahnenin farklı rollerindeki oyuncularıyız.

Beyin bu karmaşık zihinsel aktiviteyi sebepsiz yere gerçekleştirmez. Bu, aslında geleceğe yönelik bir tür içsel hazırlıktır, adeta hayatın inişli çıkışlı yollarında bize sunulan ücretsiz provalardır. O tartışmada dilinizin ucuna gelip de bir türlü dökülemeyen o "keşke"lerle başlayan cümleler, gelecekte benzer durumlarla karşılaştığınızda size bir yol haritası sunar, zihninizi o olası senaryoya karşı önceden eğitir. Belki de o an patronunuza karşı çıkmak istediniz ama suskun kaldınız; işte o anda zihninizde canlandırdığınız o kararlı, cesur sahne, bastırılmış duygularınıza bir nefes alma alanı yaratır, içsel bir rahatlama imkanı sunar. Bu düşünceler, geçmişteki hatalarımızdan değerli dersler çıkarma fırsatı tanır; kendimizi daha iyi tanımamızı, eksik yönlerimizi görmemizi ve dolayısıyla kişisel gelişimimizi desteklememizi sağlar. Ancak dikkatli olmakta fayda var, çünkü bu zihinsel oyunun yürünmesi gereken ince bir çizgisi vardır; tıpkı her düşünce gibi, kontrolü kaybolduğunda farklı yönlere sapabilir. "Keşke üniversitede başka bir bölüm okusaydım." "Şimdi sıcak bir kumsalda, denizin sesiyle huzur bulsaydım." Bu türden hayaller, bazen ruhumuza iyi gelir, ona geçici bir ferahlık, adeta kanat takılmış hissi verebilir. Fakat en nihayetinde, hayallerin büyülü dünyasında kaybolup gitmemek, ayaklarımızın gerçekliğin sağlam zemininde kalmasını sağlamak hayati önem taşır. Eğer sürekli olarak "ya şöyle olsaydı" senaryolarının karanlık dehlizlerinde kaybolursanız, tam önünüzde parlayan fırsatları, avucunuzun içindeki değerli imkanları fark edemezsiniz. Zaman, bir nehir gibi sessizce akıp giderken, yarım saat boyunca hayallere daldığınızı ve anın o kıymetli akışını kaçırdığınızı anlamayabilirsiniz bile. Bu durum, zamanla üretkenliğinizi sinsi bir şekilde kemirir, sizi eylemsizliğin ve ataletin kollarına iter.

Peki, zihniniz bu hayal oyununa davetsiz bir misafir gibi aniden dahil olduğunda neler yapmalısınız? İlk adım, bu durumu fark etmek ve o düşünce akışını nazikçe durdurmaktır. Ardından, kendinizi şimdiki ana, o "burada ve şimdi"ye davet edin. Ayaklarınızı yere sağlam bir şekilde basın. Gerçekten de, kelimenin tam anlamıyla. Çevrenize dikkatlice bakın. Elinizdeki sıcak çay fincanının avuç içlerinizdeki sıcaklığını hissedin, o eşsiz aromasını derin bir nefesle içinize çekin. Pencerenizden içeriye sızan tatlı bir kuş sesi var mı? Çalışma masanızın üzerindeki kalem hangi renkte? Bu basit ve anlık gözlemler, sizi güçlü bir mıknatıs gibi şu ana çeker. Derin bir nefes alın. Ciğerlerinizin en ücra köşeleri oksijenle dolsun, sanki yaşamın ta kendisi giriyor gibi içinize. Sonra yavaşça ve kontrollü bir şekilde bırakın, tüm o birikmiş stresi ve zihinsel telaşı dışarıya doğru salıverin. Nefes alışverişinize odaklanmak, zihni anında sakinleştiren, dinginleştiren mucizevi bir eylemdir. Çoğu zaman üzüntülü anlarda farkında bile olmadan nefesimizi tutarız; işte bu bilinçli ve derin nefes, sizi yeniden şimdiye, gerçekliğin sıcak ve güvenli kollarına nazikçe bağlar. Bir yudum su için. Suyun serinliği dilinizde, boğazınızda nasıl bir ferahlatıcı his bırakıyor? Her bir yudumda içtenlikle "Şu an tam olarak buradayım," diye fısıldayın kendinize. Bu basit bedensel deneyim, dikkatinizi anında dağılmış düşüncelerden uzaklaştırır, onu nazikçe toplar ve şimdiki zamana yönlendirir. Bilinçli nefes egzersiziyle birleştiğinde bu etkinin katlandığını, adeta iç huzuru veren bir teselli gibi yayıldığını hissedeceksiniz.

Karşıolgusal düşünmenin potansiyel faydası, geçmiş deneyimlerimizden öğrenerek gelecekteki davranışlarımızı şekillendirmemize, içimizde hissettiğimiz eksik parçaları tamamlama arayışımıza katkıda bulunmasıdır. Ancak bu düşünce biçiminin en büyük riski, bizi yaşadığımız gerçek dünyadan soyutlaması, zihinsel bir hayal perdesinin arkasına hapsederek anın tadını çıkarmamıza engel olmasıdır. Bu yaygın zihinsel eğilimi fark etmek, kontrolü yeniden kazanma yolunda atılan ilk ve en önemli adımdır. Ayakları yere sağlam bir şekilde bastıran bu basit ama son derece etkili teknikler ise, zihinsel dağınıklığın üstesinden gelmenizi ve kontrolü yeniden elinize almanızı sağlar. Hayaller, ruhu besler, ona yeni ufuklar açar ve geleceğe dair umutlar yeşertir. Gerçekler ise ayaklarımızın üzerinde durduğu, bizi ayakta tutan sağlam topraktır. İşte bu ikisi arasındaki hassas dengeyi korumak, hayatın karmaşık yolculuğunda bizi güçlü ve dirençli kılan asıl sırdır.

Şimdi derinlemesine düşünün, hayatınızın kendi hikayenizin yazarı kim olacak? Zihninizin o sonsuz "keşke" ve "ya şöyle olsaydı" labirentlerinde çaresizce kaybolmaya devam etmek mi, yoksa her bir anın, her nefesin, her yudum suyun getirdiği dinginlikle var olmanın ve bu varoluşun eşsiz şükrünü eda etmek mi? İşte bu, tamamen sizin özgür iradenizle yapacağınız bir seçimdir. En büyük ve kalıcı değişimler, her zaman kendi iç dünyamızda başlar. Ve şimdi, tam da bu an, o arzu ettiğiniz değişimi başlatmak için en uygun, en kıymetli zamandır! Haydi, içinde bulunduğumuz anı tüm benliğimizle yakalayalım ve hayatımızın dümenine bilinçli bir şekilde yön verelim!