0
Günümüzde gizli düşmanlıkların deşifre olduğuna şahitlik ediyoruz. Bunun ise batı toplumunda bir mücadelenin unsuru olarak görülmesi şevk vesilesi sayılıyor. Zira rekabeti aşan bir düşmanlığın, toplumları zinde tutacağı gibi "amaca giden her yol mubahtır" anlayışına da zemin hazırlayacağı düşünülüyor. Zaten Batı, bu tezi sadece bugün değil, yüzyıllardır uygulamaktaydı. Mesela 1. ve 2. Dünya Savaşları, Sovyetler ile girişilen soğuk savaş ve son olarak ta 11 Eylül ile başlatılan İslam düşmanlığıyla; dönemsel olarak siyaset yaptıklarını hepimiz biliyorduk. Yani her an bir yeni düşman ve hep bir dizayn söz konusudur.
Hal böyle olunca menfaatlerin herkes tarafından (batılı otoriteler) örtüşmeyeceği gibi bir sonuç da kaçınılmazlaşıyor. Bu sefer çıkarları adına, bir birleri arasında bir çekişme de gün yüzüne çıkıyor. Amerika'nın Ortadoğu politikalarını kabul ettirmek için AB ile giriştiği mücadele, işte böyle bir şeyin tezahürüdür. Örneğin mülteci meselesi yüzünden ABD ile görüş ayrılığına düşen AB'nin; Volkswagen davasıyla köşeye sıkışması, akabinde Google'a yönelik antitröst soruşturmasıyla buna cevap vermesi ve karşılığında ise Amerikalı sermayedarların fonlarını Alman Deutsche Bank'dan çekmeleri bahsettiğimiz küresel çatışmanın enstrümanlarıdır.
Daha önce 750 milyar dolar kaynağını Amerikan bankalarından çekebileceğini açıklayan Suud'un; Türkiye'ye ve üzerimizden Rusya'ya yaklaşması, sonrasında ise ABD'nin 11 Eylül davasından Suud'u tazminata mahkûm etmesini de bu çerçevede değerlendirebiliriz. Amerika'nın tam başkanlık seçimi arifesindeki bu restine "aba altından sopa göstermekte" denilebilir. Anlayacağınız Irak'ta Saddam'ı, Brezilya'da ise Dilma'yı menfaatleri adına götürenler; belli ki Rusya, Türkiye ve Arabistan arasında olası bir dengeye de pekte razı değillerdi. Terörün bölgede bir anda hortlamasını, Suud'un tazminata mahkûm edilmesini, Suriye'de iplerin ABD-Rusya hattında kopma noktasına gelmesini, Rusya ile yaşadığımız uçak krizini ve 15 Temmuz darbe girişimini bu perspektifte düşüntümüzde, taşlar yerine oturmuyor mu sizce de?
İşte böyle bir zamanda, 15 Temmuz ruhunu baltalayacak konuların şimdilerde seslendirilmesi ise kafalarda soru işaretleri oluşturmuyor değil. Zira Yavuz Sultan Selim ve Sultan Abdülhamit Han'ın galiz hakaretlere mazur kalmasına ifade özgürlüğü diyenlerin, Lozan'ın eleştirilmesine dahi tahammül edememesi biraz garip değil midir? Ya da bunu zafer addedenlerin, Süleyman Şah türbesinin güvenlik amaçlı taşınmasına feveran etmeleri nasıl açıklanabilir? Peki, Lozan'ı bahane ederek tehditler savurmalarına… Yanlış anlaşılmasın sakın! Bu konular kamuoyunda konuşulmalıdır muhakkak. Ama hiçbir saik etkisinde kalmadan, safiyetle ve ehillerince tabi ki. Fakat bugüne kadar susan onca tarihçi, akademisyen ve aydının, Sn. Erdoğan'ın beyanlarından sonra konuyu tartışmaya açması da maalesef çok acıdır.
Oysa İsrail'in Filistin'i, ABD'nin Irak'ı, DAEŞ' in ise Suriye'yi ve Musul'u işgali, ayrıca bölgedeki PKK/PYD koridoru, zaten fiili anlamda Lozan'ı bitirmişti. Bu minvalde Sn. Cumhurbaşkanımızın Lozan'a yönelik sözlerini, içeriden ziyade dışarıya verilen bir mesaj olarak düşünmeliydik. Yani, yeni Sykes Picot'un konuşulduğu bir dönemde, bu çıkışın "artık her şey istediğiniz gibi olmayacak" mukabilinde okumasında yarar vardır. O cihetle de asıl hengamenin, Kanal İstanbul projesiyle kopacağını söylersek katiyen yanılmayız.
Hülasa, her şeye rağmen PKK' ya diz çöktüren devletimiz, Fırat Kalkanı harekatıyla egemenlerin DAEŞ kartını ellerinden alırken, Rusya ile de bir normalleşme iklimini yakalamıştır. Diğer tarafta Suud yönetimi ile kurulan sıcak diyalog ise bölgemizi canlandıracak fonlara göz kırpmaktadır. Bu bağlamda mevcut konjonktür, bahsettiğimiz zihniyete bölgeye inmekten başka bir çare bırakmamıştır. Bakalım bizimle anlaşma yoluna mı gidecekler, yoksa bildiklerini mi okuyacaklar? Göreceğiz. Takdir edersiniz ki siyasette bir saat bile oldukça uzun bir süredir. Ve unutmayın ki Allah, zamanın da Rabbidir.
Vesselam