Hadi gelin, şu memleketin haline bir bakalım; Kırıkkale Üniversitesi’nde bir skandal patlamış, Beşir Atalay gibi bir çınarın, bir ilim ve irfan abidesinin adı, kampüsün duvarından kazınıvermiş. Kim yapmış diye baktım, meğer rektörmüş,. Fotografına baktım, tornacıdan hallice bir zat-ı muhterem: Ersan Aslan!

Evet, yanlış duymadınız, tornacı dedim. Alınmasın kimse, tornacılık mübarek meslektir, ama rektörlük? Hadi oradan!

Beşir Atalay… Adı bile başlı başına bir destan. 12 Eylül’de zindanlarda çile çekmiş, 28 Şubat’ın o iğrenç, faşist rüzgârında anasından emdiği sütü burnundan getirilmiş bir adam. Niye mi? Müslüman olduğu için! Başka ne olacak?

Sabataycıların, solcuların, Ataistlerin, envai çeşit darbecinin hedef tahtasına oturtulmuş, işinden ekmeğinden edilmiş, ama dimdik durmuş. Ne el öpmüş, ne etek. Bir bilim insanına, bir alime yakışır şekilde, zerafetinden, vakarından milim şaşmamış. Türkiye’nin önünü açmak için, Anadolu’nun gariban çocukları okusun, bilimde, bürokraside, devlette yer alsın diye ömrünü harcamış. Adam gibi adam, vesselam!

Peki, ne olmuş da bu adamın adı, kendi kurduğu, büyüttüğü Kırıkkale Üniversitesi’nin kampüsünden silinmiş? Hangi madrabaz, hangi hadsiz, hangi ahlak fukarası buna cüret etmiş?

Meğer bunu yapan, bizzat rektör koltuğunda oturan Ersan Aslan’mış. Üniversitenin sitesine bakıyorum, arkadaş Teknik Eğitim Fakültesi mezunu. Tornacı, makineci, anladık. Güzel meslek, eyvallah! Ama rektörlük? Hadi canım, sen git tezgâhta talaş süpür, punta deliği aç, bırak bu işleri! Tornacıdan vali, validen tornacı yaparsan, tezgâhı dağıtır, memleketi de batırırsın. Bakınız Şekil 1-A: Kırıkkale Üniversitesi!

Kimdir bu Ersan Aslan? Bilim âleminde adı sanı duyulmuş mu? Bir makale, bir kitap kapağı? Yok! Googlesan nafile, çıkmaz.

Beşir Hoca 12 Eylül’de işkence görürken, bu arkadaş neredeydi? Sokakta çelik çomak mı oynuyordu, yoksa torna atölyesinde demir talaşı mı süpürüyordu? 28 Şubat’ta darbeci tanrılar Beşir Atalay’ın üstüne gazap yağdırırken, bu zat hangi koltuğun peşinde koşturuyordu?

Beşir Hoca, AK Parti’yi kurup memleketi aydınlık ufuklara taşırken, sen hangi gri devlet dairesinde, hangi masanın kulpunu parlatıyordun, ey tornacı rektör? Rektörlük dediğin, öyle her babayiğidin harcı değil. Akademik birikim ister, entelektüel derinlik ister, zerafet ister, nezaket ister. Şövalye ruhu ister, bilim insanına saygı ister.

Ben neler gördüm biliyor musunuz? Kendi üniversitesinde profesörle karşılaşınca önünü ilikleyip saygı duruşuna geçen rektörler gördüm! Ama tornacı rektör? İşte o da bize nasip oldu.

Elitist değilim, vallahi değilim, ama İbn Haldun’un Mukaddime’sini tornacı rektörün başında olduğu Sosyoloji Bölümü’nde okutmak, çocuğa ustura verip “Al, kendini sünnet et” demekten farksız!

Bu ne vefasızlık, bu ne hadsizlik? Vefa dedim de, vefadan bihaber birine bunu sormak, ona zulüm olur. Tornacı rektörüm, senin zanaatta metrik kumpasla ölçüm yapılır, değil mi? Hayat da öyle. Her şeyin ayarı var. Kaftanı giyip Zagroslu gibi şehre inersen, esnaflık yapamazsın. Önce Ahilik tezgâhından geçeceksin, o tornada işleneceksin.

Rektörlük seçimleri öncesi PR yapayım derken, bodoslama kayaya dalınır mı yahu? Eğitim fakültesinde öğretmedilerse, torna atölyesinde de mi öğrenemedin bu ince hesapları? Beşir Atalay, son 50 yılın Türk akademisinin kült ismi, Müslüman camianın gözbebeği. Onun adını kampüsten kazıyan bir rektörü YÖK hâlâ o koltukta tutuyorsa, ben ne diyeyim?

Tornacıyı rektör yaparsan, olacağı budur. Tezgâh dağılır, memleket karışır. Hadi bakalım, şimdi git, o metrik kumpası al, bir güzel ölç, biç, utan!