Yok bir şey.”

Bu cümleyle başlayan kaç iletişim cinayeti oldu acaba?

Çünkü biri “yok bir şey” diyorsa orada her şey vardır. Hem de taş gibi, sessiz, küskün ve nereye koyacağını bilemediğin cinsten bir her şey

Aslında pasif-agresif dünyamızın en rafine silahı bu söylem.

Bu pasif-agresif davranış biçimi kısa vadede “üstünlük” sağlar gibi görünür:

“Ben konuşmuyorum. Çünkü haklıyım.”

Ama uzun vadede ilişkileri içten içe çürütür. Konuşulmayan her duygu daha sonra başka yerden sızar: alay, küçümseme, kırgınlık, bazen de “hiçbir şey hissetmeme”.

Hani diyorlar ya bir ilişkide konuşarak kavga ediliyorsa hâlâ umut vardır. Ancak biri konuşmayı bırakmışsa o ilişki bitmiştir. Bu sistem keşke bu kadar basit olsaydı. Çünkü biri susuyorsa ve gitmiyorsa işte orada artık “iyileşme” değil, “süründürme” başlar.

Susmak bazen bir “bitti”nin provasını yapmak gibidir. Ama daha zalimcedir çünkü hâlâ yanındasındır ve kelimelerin yoktur.

Sevgililer arasında mesela… Tartışma büyür, sesler yükselir ve sonra… biri susar. Diğeri kıvranır.

— Bir şey söyle bari!

— Söyleyecek bir şey yok.

İşte orası çöküş noktasıdır. Artık kelimeler değil, bakışlar çatışır. Telefona bakar, hikâye atılır ama mesaj cevaplanmaz. O meşhur “görüldü” damgası da zaten dijital çağın tokadı gibi fiziksel temas yok ama ruhsal iz bırakır.

Ebeveyn-çocuk ilişkisinde de işler farklı değil. Çocuk hata yapar, anne-baba “Ben seninle konuşmak istemiyorum.” der. Ceza sandığımız sessizlik, aslında çocuğun kafasında yankılanan bir depremdir. Çünkü çocuk için en temel ihtiyaç, kabul görmek, sevildiğini duymaktır. Susturularak değil, konuşularak büyür çocuklar. Ama biz hâlâ “susayım da anlasın” derdindeyiz.

Arkadaşlıklarda daha da sinsidir bu. Bir şey olur, kırılırsın ama yüzüne vurmazsın, uzaklaşırsın… Aramayı kesersin. Arada hikayelerine bakarsın ama beğenmezsin. Hatta ortak gruptan sessizce çıkar, bir nevi “sana küstüm ama sen anlamazsan sorun senin” evresine geçersin.

Peki sorun kimin? Susanın mı, anlayamayanın mı? Belki de artık kimsenin değil… Çünkü biz konuşmayı değil, susarak ima etmeyi öğrenmiş bir toplumuz.

Sessizlik duvar örmektir. Duvar ördüğünüzde içeri kimse giremez. Ancak aynı zamanda sen de çıkamazsın. İlişkiler konuşularak düzelir, susularak değil.

Çünkü iletişim, ne söylediğin kadar, neyi söylemediğinle de ilgilidir.

Ama söylemiyorsan neden sustuğunu da belli etmelisin. Yoksa karşı taraf kendi senaryosunu yazar, başrolünü sana sormadan verir, sonunda sen hem kötü adam hem figüran olursun. Kimi zaman konuşmadığın için değil, yanlış anlaşıldığın için kaybedersin.

Susmak bazen altın olabilir ama ilişki dediğin şey, altın değildir.

Canlıdır. Nefes alır.

Oksijeni de kelimelerdir.

O yüzden bazen tek bir “konuşabilir miyiz?” sessizliğin verdiği bin cezadan daha iyileştiricidir.