"Doğrudan varoluşsal bir tehditle karşı karşıyayız. İklim değişikliği bizden daha hızlı ilerliyor. 2020'ye kadar bu gidişatı değiştirmezsek tüm insanlık ve doğal sistemler için yıkıcı sonuçlarla karşılaşacağız." Bu sözler Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres'e ait.
Daha önce de iklim değişikliğinin neden olduğu ve daha da önemlisi neden olacağı felaketlere dikkat çekici yazılar kaleme almıştık. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin uluslararası kamuoyunun dikkatini bir kez daha bu konuya çekmesini fırsat bilerek iklim değişikliği olgusunun değişik boyutlarını yazmayı gerekli görüyorum. Kanımca bu "potansiyel felaket" ne ölçüde tabana iner, toplum katmanlarına yayılır, insanların kahir ekseriyetinin öz sorunu olursa o derecede hükümetler konuyla ilgili önlemler alma, politikalar geliştirmek sorumluluğunu üstlenecektir.
1750'li yıllarda başlayan sanayi devrimi sonrasında özellikle fosil yakıtın yoğun kullanımı neticesi karbondioksit oranı %40'lık bir artış göstererek 280 ppm'den 394 ppm'e ulaşmıştır. Sera gazları denilen karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit gibi gazların oluşturduğu atmosferik battaniye denge durumunda olduğunda yeryüzündeki ortalama sıcaklığı hayvan ve bitkilerin yaşaması için gerekli olan 15 derecelik ısıda tutar. Ancak bu gaz kümesi içinde bulunan gazlardan bir veya birkaçının oranı değiştiğinde (ki burada artarak küresel ısınmaya neden oluyor) adeta battaniyenin kalınlığı artarak bir yorgana dönüşüyor ve yaşam tehlikeye giriyor.
Bilim insanları gezegenimizin geçirdiği her jeolojik dönemi değişikliğe yol açan ana sebeplerle isimlendirmişlerdir. Mesela 144-65 milyon yıl önceki dönem tebeşir kayaçlarından dolayı kretase (tebeşir), son devir olan Halosen (Helios yani güneş) devir Güneşin Dünyamıza etkilerinden dolayı dönemi belirleyici olmuştur. Ama tüm bu ve benzeri doğal-fiziksel etkiler günümüzde ikincil derecede yerküremizi etkilemektedir. Yerküreyi etkileyen birincil etkiler artık insan kaynaklı (Antroposen) hale gelmiştir. İnsanın yapıp ettikleri doğayı belirler duruma gelmiştir. Sanayi devriminin başından bu yana kullandığımız kömür (%43), petrol (%36) ve doğalgaz (%20) yani fosil yakıtlar iklim değişikliğinin baş sorumlusu iken ikinci sorumlu yine insan eliyle gerçekleşen ormansızlaşmadır.
Ortalama sıcaklıklardaki bu artış eğer 2 derece ile sınırlı kalmazsa kuraklık, seller, şiddetli kasırgalarda artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artış, buzulların erimesi gibi sonuçların ortaya çıkması kaçınılmaz. Doğada ortaya çıkacak bu değişimlerin etkileri ilk önce yoksul kesimlerde hissedilecek. Söz konusu değişimler önce sıcaklık, nem, rüzgar, soğuk, kasırga, yangınlar, seller gibi doğrudan etkilerle insan sağlığını tehdit edecek. Yanı sıra hava kirliliği, radyasyon, ultraviyole ve bu koşullara duyarlı hastalıkların ortaya çıkmasıyla da dolaylı olarak insan sağlığını tehdit edecektir. Şehir ve kırsal alanda yaşayan yoksul kesimler, çevrenin bozulmasıyla, yetersiz su ve gıda sonucunda çocuklarda ishal ve uzun dönemde yetersiz beslenme nedeniyle kuş gribinden sarıhummaya kadar bir dizi hastalık yabani hayvanlarca yayılacaktır. Davranış bozukluklarına yol açacak psikiyatrik hastalıkları henüz mevzu bahis etmiyoruz.
Ne yapmalı? Dile oldukça kolay gelen ancak hayata geçirilmesi emek ve kısa vadeli menfaatlerden fedakarlık gerektiren şeyler yapmak gerekiyor. Öncelikle enerji verimliliği yani enerji ihtiyacını enerji arzını artırarak değil de enerji talebini kısarak gerçekleştirmek. Burada iş en çok tüketiciye düşüyor. Şurası çok açık en azından ülkemiz açısından konuşacak olursak elektrikten, suya, benzine kadar ihtiyacımızın çok üzerinde tüketiyoruz. Talebi kısmak suretiyle en az %20 ila 30 enerji tüketimini azaltmak mümkün. Bir diğer önlem fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçmektir. Dünya Doğayı Koruma Vakfının hazırladığı Enerji Raporuna göre, mevcut teknolojiler ile 2050 yılında küresel enerji talebinin neredeyse tümünün yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması mümkün. Son olarak da orman kayıplarının önüne geçilmesi bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.