İslam filozoflarının önde gelenlerin biri olan İbn Sîna, arkasında büyük eserler bırakmış Müslüman bir hakîmdir/hekimdir. Metafizik, tıp, mantık gibi birçok bilim dalında yazdığı kitaplarla, Doğu ve Batı'da kendisinden sonraki bin yılı etkilemiştir. İbn Sîna'nın eserleri içinde klasikleşmiş olan el-İşarat ve't-Tembîhat ((İbn Sîna, İşaretler ve Tembihler, çev: Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem Demirli, Litera Yay., İstanbul 2005) adlı kitabı ve onun 'Âriflerin Makamları' başlıklı bölümü dikkat çekicidir.
Filozofumuz İbn Sîna'ya göre, dünyevî mal, servet ve güzelliklerden yüz çeviren kimse zahiddir. Günlük ve yerine getirilmesi gereken ibadetlere devam eden abîd; Hakk nurunun sırrından nasiplenerek düşüncesiyle kutsiyete yönelene de arif denir.
Gerçek ilk hakikati el-Hakîm'den (Hikmet Sahibi) başkasından istemeyen arif için, kul olunacak sadece Allah'tır. Ârif, marifetle Hakk'a vasıl olmuş kimsedir.
Ârifi, şen, nazik, güler yüzlü olarak tasvir eden İbn Sîna, onu büyüklere ve küçüklere daima saygı gösteren bir kimse olarak görmektedir. Nitekim arif, önemsiz sıradan kimselere hürmet, saygı gösterdiği gibi, asalet sahibi soylulara karşı da nezaketle davranır. Dolayısıyla herkes onun nezdinde eşittir ve eşit muamele görür.
Hakk, arifi her şeyle ferahlatır; böylece o, saadet çemberine dahil olur. Aslında arifin, "her şeyle ferahlaması, Hakk'ı onlarda görmesinden dolayıdır."
Ârif, sırrı ile Hakk'a yöneldiğinde, her şeyden vazgeçip Rabb ile meşgul olur. Artık onu dünyaya ait hiçbir kelam, selam, mal, mülk, zevk ve haz etkilemez. O, Allah'ın yarattıkları içinde el-Cemal'in güzelliğiyle en sevinçli olan kimsedir.
Kendisini ilgilendirmeyen şeylerle uğraşma ve onları öğrenmeye çalışma merakı (tecessüs), arifte yoktur. Hiçbir şey onu Rahman'dan alıkoyamaz.
Allah'ın kader hakkındaki sırrıyla aydınlanmış olan arif, iyilik ve hayrın insanıdır. İyiliği zorlamayla değil, nasihat ve yumuşaklıkla yapar. Sırrın içindeki arif, iyiliği işlediğinde, gurur, kibir ve ucuptan beri olarak onu başkasından gizler.
Ârif, yiğittir. Ölüm korkusu başta olmak üzere, hükmüne karşı gelinemeyen el-Cebbar'ın dışında, hiçbir güç ve kudret onu sindiremez.
Ârif, aynı zamanda cömerttir. Batıl ve şerle arasına surlar koyan arif, sahip olduğu her şeyi ve varlığını Allah için verendir.
Ârif, hoşgörü sahibidir. O, kendisine ve en yakınlarına karşı yapılan zalimce ve haince davranışlara karşı nefsinde kin, nefret ve intikamı eriten yüce gönüllü kahramandır. O, kindar değildir. 'En Yüce Dostu' (el-Velî) kendisine en yakın Yar edinenin kalbindi şerrin siyah noktaları yer bulabilir mi?
Hiçbir türlü zevk ve haz, arif için, cezbedici bir özellik taşımaz. Ârif kimse, sefalet ve refah arasında fark görmeyendir. Onun için sefalet içinde olmak ile refah içinde olmak birdir. Hatta sefalet onun için tercih edilendir. Yine kötü koku ile hoş koku, arifin nefeslenmesi için bir fark yaratmaz. Kötü kokuyu koklamak, sefalet içinde yaşamak gibi, arifin ruhunda terakki meydana getirir. Ruhunu yüceltir, böylece nefsin ve hevanın isteklerini ayaklarının altına alır.
Ârifin nezdinde Hakk'ın dışındaki hiçbir şey yüceltilmeye layık değildir. Ona göre, En Yüce ve En Büyük Olan'ın (el-Azîm; el-Mütekebbir) dışındaki hiçbir şey büyültülmeye layık değildir.
Varlığa ait bütün yükleri kalbinden ve zihninden atan arif, madde ve bedenle/cisimle meşgul olmaz. Böylece o kutsiyet ve mutluluk alemine yönelir. Sonunda en yüce yetkinlikle hayat bulur.
Ârif, sahip olduğu ve elde ettiği bütün vasıflarla Hakk'ın (izniyle) gaipten bir takım haberlerine, bilgilerine, lütuflarına, ikramlarına ve müjdelerine muhatap olan Allah dostudur.