0

İnsanlık tarihi aynı zamanda İslam tarihidir. Bu tarihi süreç, atamız Hz. Adem (as) ve annemiz Hz. Havva'nın yeryüzüne indirilmeleri ile başladı ve bu satırları okuduğunuz şu dakikaya kadar devam etti. Hz. Adem ve Havva annemizin evlatlarının doğmasıyla beraber yeryüzünde kardeşlik de başlamış oldu. Dilimizdeki kardeş kelimesi aynı rahimden doğma anlamına gelen karındaşlık kelimesinin zaman içinde evrilmesi ile oluşmuştur. Çok geniş anlamda yeryüzünde şu ana kadar yaşamış ve bundan sonra yaşayacak olan herkes insan kardeştir. Bu manada Latin Amerika'da yaşayan Juan Carlos da, Rusya'da yaşayan bir Petro da, Mısır da yaşayan bir Muahmmed de, Orta Asya da yaşayan bir Ahmed de kardeştirler.

Ancak din-i Mübin-i İslam kardeşlik tanımını iman temelinde yapmıştır. Ayetler ve hadisler dikkatle incelendiğinde, dinimiz kardeşliği; ırkdaş ve coğrafi birlikteliğe sahip olmanın dışında iman temelinde ele almış ve tanımlamıştır. Aynı soydan gelmeseler de, aynı coğrafyada yaşamasalar da Müslümanlar birbirinin kardeşleridir ve asla birbirlerini terk etmezler, ihmal etmezler. Habeşli bir köle olan Bilal ile Farisi Selman'ı, Kureyş'in asil kadınlarından Hz. Ayşe ile Yahudi kökenli Safiyye'yi aynı potada eriten bu yüksek yaklaşımdır. Bu fikir ve uygulamayı başka bir inanç ve ideolojide görmenin imkanı yoktur.

Peki gerek ayetlerle, gerek Rasulullah'ın (sav) hadisleriyle ve pratiği ile en ideal biçimde ortaya konan kardeşlik ruhu Müslümanlarda acaba hakkıyla ve olması gerektiği gibi tecelli etmiş midir/etmekte midir? Bu soruya; gerek İslam tarihine, gerekse yaşadığımız güne baktığımızda çoğunlukla olumlu cevap vermek pek de mümkün görünmüyor. Yeryüzündeki ilk insanlardan olan büyük amcalarımız, abilerimiz diyebileceğimiz Habil ve Kabil iki kardeştiler. Ancak Kabil maalesef şeytanının esiri, nefsinin kölesi oldu ve nahak yere kardeşi Habil'i şehid etti. İlk cinayeti işledi. Yani aynı karından, coğrafyadan, ırktan olmak hakiki kardeşlik ruhuna sahip olmaya yetmedi. Adı Müslüman olmak da hakiki kardeşlik binasını inşa etmeye yetmedi, yetmiyor...

Tarihin hemen hemen her döneminde maalesef Müslümanlar kardeşlik hukuk ve ruhundan çok uzaklaşmışlar, Habil ve Kabil kıssasında olduğu gibi birbirlerinin kanlarını akıtmışlardır. İhanetlerinde sınır tanımadığı dönemler olmuştur. Rasulullah'ın (sav) ahirete irtihalinin hemen ardından özellikle Hz. Osman (ra) efendimizin hilafetiyle birlikte Müslümanlar arasında bir tefrika ve fitne kapısı açılmıştır. Ve bu kapı maalesef kırılarak, zorlanarak açılan bir kapı olduğu için kapanmasının da kolay kolay mümkün olmadığını görüyoruz.

Hz. Osman'ı, ardından Allahın aslanı Hz. Ali Efendimizi (ra), evlad-ı Rasül Hz. Hüseyin'i (ra) şehid eden alçaklar da Müslüman oldukları iddiasındaydılar. Cemel Vak'asında, Sıffin savaşında başta cennetle müjdelenen büyük sahabeleri katledenler de Müslümandılar. Endülüs'te hunharca birbirlerini tahkir ve istiskal ederek öldürenler, köleleştirerek satanlar da Müslümandı. Osmanlı küffar ile Avrupa'da Akdeniz'de savaşırken onu daima arkadan hançerleyen Safeviler de Müslümandılar. Yakın zamanlara gelirsek; İngilizlerin iğfali ile Osmanlı'ya isyan eden Şerif Hüseyin ve avanesi de; İran'a saldırıp milyonların katline sebep olan Saddam da, 1982'de Hama'da onbinleri birkaç günde katleden baba Esed de, yıllarca halklarına dikta rejimleri ile zulmeden, öldüren Bin Ali, Mübarek, Kaddafi gibi tiranlar da sözümona Müslümandılar. Bugün Suriye ve Mısır'da kendi halklarını hunharca katleden yavru Esed ve Sisi de onlara dini fetva uyduran çağdaş bel'amlar da sorsanız Müslüman olduklarını söyleyecekler. Bu nasıl Müslümanlık, bu ne mene bir kardeşlik!

Oysa bizi kardeş kılan İslam'ın öngördüğü kardeşlik tanımlarına ayet ve hadisler ölçüsünde baktığımızda bu yaşananların kardeşlikten daha çok birer kalleşlik olduğunu görüyoruz.Kabil'in öz karındaşı Habil'i nefsine uyarak öldürmesi de; Hz. Osman, Hz. Ali ve Hüseyin ve sahabe efendilerimizin şehid edilmeleri de; Safevi ve Memlüklerin, Timur'un Osmanlıya saldırmaları da; Şerif Hüseyin ve oğullarının İngilizlerle işbirliği yapması da; diktatörlerin halklarını katletmesi de; Hizbullah'ın Suriye'deki cinayetlere ortak olması da kardeşlik değil apaçık bir kalleşliktir!

Bu hükme elbette kendi kafamıza göre varmıyoruz. Ayet ve hadislere baktığımızda devam eden hadiselerdeki kalleşliği ve alçak kalleşleri çok kolayca teşhis edebiliyoruz. Yazıma birkaç hadisle son veriyorum. Acaba biz hakikaten kardeşler miyiz?



- Müslüman, müslümanın kardeşidir; ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve onu sahipsiz bırakmaz. Müslümanın herşeyi; ırzı, malı, kanı müslümana haramdır. Takva işte burada (kalpte)dir Bir kişiye, müslüman kardeşine hakaret etmesi, kötülük olarak yeter.

- "Mü'minin mü'mine bağlılığı, taşları birbirine kenetli duvar gibidir"buyuran Rasûl-i Ekrem (bu kenetlenmeyi göstermek için iki elinin) parmaklarını birbirine geçirdi.

- Mü'minler birbirini sevmede, birbirine acıma ve şefkat gösterme husûsunda bir vücûd gibidir. Vücûdun bir uzvu rahatsızlanırsa, diğer uzuvlar da uykusuzluk ve ateş ile onun acısına ortak olurlar.


- Müslümanların derdiyle ilgilenmeyen onlardan değildir.


- Mü'min, kardeşinin aynasıdır; ve mü'min mü'minin kardeşidir, onun zarar ve ziyana uğramasını, helakını önler, arkasında da onu çevreleyip korur ve ihtiyaçlarını görür.

İKİ DOĞU ve İKİ BATI'nın Rabbi'ne emanet olun…