Güvenin, Ahlâkın ve Adaletin Ortak İmzası

Almanya’nın sokaklarında dolaşırken beni en çok etkileyen şey yalnızca insanların kurallara riayet etmesi değildi. Bu uyumu mümkün kılan daha derin bir altyapı vardı: Ahlâk ile adaletin birbirini tamamlaması. Almanya’da güvenlik yalnızca bireylerin davranışlarıyla değil, aynı zamanda işleyen bir hukuk sisteminin yarattığı toplumsal güvenle de sağlanıyor. Bir toplumun ahlâkı onu düzenli kılar; ama adalet, o ahlâkın sürekliliğini garanti eder.

Kale gibi kapılar yerine güvene dayalı bir düzen

Almanya’da kapılar basit, pencereler demirsiz. Bu görüntü, ilk bakışta kontrolsüz bir rahatlık gibi gelebilir. Fakat bu sadeliğin arkasında iki katman var:

Ahlâk: Başkasının mülküne dokunmamak temel bir ilke.

Hukuk: Dokunulduğunda, sistemin anında ve tarafsız şekilde işlediğini herkes bilir.

Yani güven sadece ahlâka değil, adaletin caydırıcılığına da yaslanır. Bir davranışı ahlâk engeller; ama o kayarsa, hukuk devreye girer. Bu ikisinin birlikteliği, sokakların rahatlığını ve insanların huzurunu açıklıyor. Almanya’nın hukuk kültürünü anlamanın en iyi yollarından biri olan o meşhur hikâyeyi kısaca hatırlatayım:

Prusya Kralı II. Frederick, Potsdam yakınlarında bir değirmeni beğenir ve satın almak ister. Değirmenci Razin ise satmayı reddeder. Kral öfkelenir; “Ben kralım!” der. Değirmenci ise tarihe geçen o cümleyi söyler: “Öyleyse Berlin’de hâkimler var!”

Bu söz, yalnızca bir hikâye değil; bir toplumun adaletle kurduğu bağın tarihsel temsili. Çünkü o dönemde bile, bir köylü, en güçlü otoriteye karşı “hukuk bana güvence verir” diyebiliyordu. Bu kültür, bugün Almanya’nın kurumlarına, mahkemelerine, bürokrasisine, polis işleyişine ve hatta toplu taşımaya kadar sinmiş durumda. Bir kural yalnızca yazılı olduğu için değil, tarafsız ve etkin şekilde uygulanacağı bilindiği için geçerli. Bu nedenle Alman toplumu iki temel güven duygusuna sahip: Birbirine güven (ahlâki temel) ve Devlete güven (hukuki temel). Bu ikisi birleştiğinde ortaya, kapısız bir güvenlik ağı çıkıyor.

Sessiz düzenin arkasındaki görünmez yasa

Kant’ın “Ahlâk insanın içindeki yasadır” sözü Almanya’nın gündelik hayatı için yeterli bir açıklama. Fakat bu söz yalnız başına yeterli değil; çünkü Kant’ın aynı zamanda hukuk ve devlet düzeni üzerine düşünceleri de var. Kant’a göre özgürlük, ancak eşit ve tarafsız bir hukuk düzeni içinde hayat bulur. İşte Almanya’da görülen toplumsal sakinliğin, kamusal saygının ve düzenin kökünde tam da bu düşünce yatıyor. Bir yandan: sıraya girme alışkanlığı, gürültüsüz yaşam, kamusal alanı temiz bırakma, başkasının hakkını gözetme, ahlâkî düzeyi gösterirken, öte yandan: hukukun eşit ve hızlı işlemesi, yaptırımların keyfî olmaması, devlet memurunun kişisel çıkar gözetmemesi, mahkemenin kral karşısında bile köylünün yanında durabileceği inancı, sistemin adalet temelini oluşturuyor. Bu iki damar birleşince ortaya bugün gördüğümüz düzen çıkıyor.

Almanya’da güvenliği sağlayan şey; duvar, demir, kilit, kamera değil. Bunlar elbette var, ama belirleyici olan onlar değil. Belirleyici olan ahlâkın içsel yaptırımı ile hukukun dışsal yaptırımı ve ikisi arasındaki uyum.

Biz genelde güvenliği teknik bariyerlerle ilişkilendirmeye alışığız; oysa Almanya’nın gösterdiği şey şu: Esas güvenlik, toplumun hukuka ve adalete duyduğu güvenden kaynaklanır. Ahlâk ise bu güvenliği günlük hayata taşıyan yumuşak güçtür. Bu yüzden Almanya’da demirsiz pencere de güvende, incelikli bir kilit de yeterli.

Acı vatan… çünkü düşündürüyor

“Almanya Acı Vatan” ironisi aslında bir farkındalığın adı. Acı olan şey Almanya değil; bizde eksik kalan ve tamamlamayı özlediğimiz şeyler. Bu ikinci yazıda, Almanya’nın güvenlik anlayışını ahlâk–adalet ekseninde ele aldım. Bir sonraki bölümde, bu yapıyı tamamlayan çalışma kültürü, dakiklik, kurumsal adalet ve iş ahlâkı üzerine odaklanacağım.