Kamusal Alan Ahlâkı: Sessizliğin Terbiyesi

Almanya’da insanın ilk fark ettiği şey, binaların yüksekliği, yolların düzeni ya da şehirlerin tarihi dokusu değil; sessizlik. Şehrin içinden akıp giden bir sakinlik, bir ölçülülük hâli… Gürültünün, bağırarak konuşmanın, düzensizliğin neredeyse hiç görünmediği bir kamusal hayat.

Bu sessizlik yalnızca fiziksel bir huzur değil; toplumsal bir ahlâk biçimi. Gürültüsüz bir düzen nasıl mümkün olur? Basit ama güçlü bir ilkeye dayanıyor: “Benim özgürlüğüm, senin özgürlüğünün başladığı yerde biter.”

Almanya’da kamusal alan ahlâkı, bireyin başkasını rahatsız etmeme sorumluluğuyla kurulduğu için kimse yüksek sesle konuşmayı, gürültüyü, taşkınlığı “kendine hak” görmüyor. Evde yüksek müzik açmak, gece geç saatte çamaşır makinesi çalıştırmak, pazar sabahı matkapla duvar delmek… Bunlar yalnızca yasal olarak değil, toplumsal olarak da hoş karşılanmayan davranışlar. Bu noktada Alman filozof Arthur Schopenhauer’ın şu sözü adeta topluma yerleşmiş bir ilke gibi duruyor:

“Sessizlik, büyük zekânın en belirgin işaretidir.”

Bu söz, gürültüsüzlüğün bir zayıflık değil; olgunluğun, kendini bilmenin ve kamusal alana saygının işareti olduğunu gösteriyor.

Pazar Sessizliği (Ruhetag)

Türkiye’de alıştığımız “hafta sonu karmaşası” burada yok. Pazar günü çim biçmek, inşaat işi yapmak, gürültü yaratacak herhangi bir faaliyet yasak. Yasa yalnızca kural koymuyor; toplum da bu kuralı benimsemiş durumda. Çünkü sessizlik, burada bir geri çekilme değil; herkes için bir dinlenme hakkı. Sokakta, toplu taşımada, apartmanda, parkta… Hep aynı davranış kalıbı: Toplu taşımada yüksek sesle konuşan yok, Kimse kulaklıksız video izlemiyor, Bisiklet yolları işgal edilmiyor, Çöpler yere atılmıyor; parklar, duraklar tertemiz, Çöp ayrıştırma yalnızca bir çevre uygulaması değil; kamusal sorumluluğun da göstergesi.

Buradaki ahlâk, dışarıdan dayatılmış bir “yasaklar bütünü” değil; insanın içinden gelen bir “başkasına saygı” refleksi. Kamusal alanı ortak mülk olarak görme kültürünün en önemli düşüncesi şu: “Burası sadece benim yaşadığım yer değil; herkesin paylaştığı bir alan.” Bu yüzden kimse sokağı kişisel sınırı gibi görmüyor; kamusal alan, tıpkı ev gibi korunuyor, temiz tutuluyor, düzenli kullanılıyor. İnsanlar çöpünü çöp kutusuna atmayı erdem değil, görev sayıyor.

Felsefi köken: Ahlâkın görünmez sözleşmesi

Kant’ın ahlâk felsefesini hatırlamak bu noktada anlamlı. Kant’a göre ahlâk, dışarıdan gelen bir korku ya da ceza ile değil; içerideki yasa ile belirlenir. Bu yüzden Almanya’da kimse “yasak olduğu için” değil, doğru olan o olduğu için gürültü yapmıyor. Doğru olan o olduğu için sıraya giriyor, çöpünü yere atmıyor, kamusal alanı işgal etmiyor. Sessizliğin arkasında işte bu görünmez sözleşme var. Sonuç: Sessizlik bir konfor değil, ahlâkî bir sorumluluk

Almanya’da sessizlik yalnızca şehri güzel kılan bir özellik değil; insanların birbirine verdiği sözün, ortak hayatın ritminin bir yansıması. Toplumun akışını bozmamak, başkasının huzuruna ortak olmak, kamusal alanı saygıyla kullanmak…

Almanya’nın en güçlü toplumsal melodisi olan sessizliği Schopenhauer’ın şu sözüyle özetleyelim:

“Sessizlik, büyük zekânın en belirgin işaretidir.”