Bir dönüşün ahlâk ile imtihanı
Geçen hafta on günlüğüne Almanya’ya gittim. Her ne kadar bir seyahat gibi görünse de benim için bu yolculuk, çocukluğumun hafızasına yapılan bir geri dönüş gibiydi. Çünkü ben zaten orada doğmuş, ilk yedi yılımı Berlin’in sokaklarında geçirmiş biriyim. Aradan geçen kırk yıl, insanın hem kendisine hem de topluma dair bakışını müthiş değiştiriyormuş. Bu kez bir turist değil, köklerinin tozunu yeniden hatırlayan biri olarak baktım etrafa. Ve en çok gözüme çarpan şey, büyük cümlelerle anlatılan bir “ahlâk” değil, gündelik hayatın içinde sessizce işleyen bir düzen oldu.
Almanya…
Bir zamanlar memleketimizde “acı vatan” diye anılan ülke. Bu yazı dizisine bu adı vermemin nedeni, geçmişe göndermeden çok, bugünün ironisini taşıması. Çünkü bugün “acı” olan, bir başkasının çalışarak edindiği başarı değil; kendi toplumumuzda eksikliğini hissettiğimiz şeylerle yüzleşmenin verdiği o iç sızısı.
Sıraya girmek, insana çok basit bir davranış gibi gelebilir.Oysa bir toplumun ahlâkî omurgasını anlamanın en kestirme yolu, market kasasına veya otobüs durağına bakmaktır. Almanya’da sıranın bir gerginlik nedeni değil, tam tersine ortak bir uzlaşma biçimi olduğunu yeniden fark ettim. Kimse kimsenin önüne geçmiyor, hafif bir adım atılacaksa mutlaka bir göz teması kuruluyor. Kibarca “buyurun” diyen bir baş selamı bile toplumun omurgasının nasıl kurulduğuna dair ipucu veriyor.“Kaynak yapmak”, sadece düzeni bozmak değil; aynı zamanda toplumsal güven duygusunu da zedelemek olarak görülüyor. Üstelik bunun için kimsenin yüksek sesle uyarmasına da gerek yok; içsel bir ahlâk sistemi zaten devrede.
Kant’ın ülkesinde gündelik ahlâk
Tam da burada Immanuel Kant’ı anmamak mümkün değil.Kant’ın meşhur kategorik buyruğu şöyle der:
“Öyle davran ki, davranışının ilkesi evrensel bir yasa olabilsin.”
Sırada beklerken, yol verirken, kamusal alanı kullanırken Almanya’da gördüğüm tutum tam da bu buyruğun gündelik hayata yansımış hâli. İnsanlar kendilerine şu soruyu sorar gibi davranıyor:Benim yaptığım şey herkes tarafından yapılabilir mi?Sokakta kimse Kant kitabıyla dolaşmıyor elbette, fakat onun düşüncesi bu toplumun havsalanına çoktan sinmiş durumda.
Schiller’ın şu cümlesi de aynı sahnelere denk düşüyor:
“Erdem, görev ile zevk arasında kurulmuş bir dengedir.”
Yani insanlar sadece görev duygusuyla değil, yaşamı kolaylaştıran bir nezaket zevkiyle hareket ediyor.Kaldırımlar, metro istasyonları, parklar, yürüyüş yolları. Hepsi temiz, hepsi düzenli ve hepsi ortak bir bilinçle korunuyor. Kimsenin yere çöp atmadığı gerçeği, Almanya'nın genel ahlâk dokusunu anlamak için yeterli bir gösterge aslında.
Çöplerin ayrıştırılması zaten bilinen bir uygulama. Ancak beni asıl etkileyen şey, bunun bir “kampanya” ya da “beklenen davranış” değil, tamamen içselleştirilmiş bir alışkanlık olması. Çöp kutusunun bulunmadığı bir yerde bile insan “elinde taşıyıp çöpe atma” refleksine sahip. Çünkü toplumu oluşturan ortak alanın kirlenmesi yalnızca çevresel değil, ahlâkî bir mesele olarak görülüyor.
Bizde sıkça duyduğumuz,çocukluğumuzdan beri ezbere bildiğimiz bir öğüt vardır:“Temizlik imandandır.”Bu sözün, başka bir kültürün günlük yaşamında bu kadar görünür hâle gelmesi insana ister istemez düşündürücü bir ironi sunuyor. Kimseyi hedef almadan, kimseyi karşılaştırmaya zorlamadan söylemek gerekirse: Demek ki bazı etik değerler, kaynağı ne olursa olsun evrensel bir karşılık bulabiliyor.
Ve belki de asıl mesele tam burada:Ahlâk, kaynağından ziyade, hayata geçirildiği yerde anlam kazanıyor.
Ahlâkın sessiz dili
Almanya’ya kırk yıl sonra dönmek bana şunu yeniden hatırlattı:Toplumsal ahlâk, yüksek perdeden konuşulan büyük sözlerde değil; gündelik hayatın küçük davranışlarında saklıdır.Bir sıraya saygıda, çöpe atmayışta, kamusal alanı sahiplenişte, başkasının hakkını koruyuşta.
Almanya’nın “acı vatan” oluşu benim için bugün başka bir anlam taşıyor:Acı, insanın kendi ülkesinde eksikliğini hissettiği şeye duyduğu özlemden doğuyor. Ama bu acı aynı zamanda öğretici, düşündürücü, hatta ilham verici. Bu yazı dizisinin ilk bölümünde Almanya’nın günlük ahlâk düzenine, sosyal davranışlarına ve içselleştirilmiş etik reflekslerine odaklandım.Devamında bu ahlâkın başka alanlara nasıl yayıldığını birlikte göreceğiz.