Sabah pencereden yağan yağmura "İşler sekteye uğrayacak!" diye söylendiğinizde, aslında nefsin dar kutusuna hapsoluyorsunuz. İster mümin olun ister seküler, anlık yargılar ruhunuzu körleştirir. İslam düşünürü Gazali’nin dediği gibi: "Dünya aynadır; bakış açın neyse sana onu yansıtır." Oysa şu damlaların dilini çözebilseydiniz: Toprağa hayat veren bir mucize, ağaçlara nefes, size düşünme fırsatı... Bilimsel araştırmalar yağmurun ekosistem için oksijen kadar elzem olduğunu kanıtlarken, biz neden sadece "programım bozuldu" diye sızlanıyoruz?
Telefonunuzda parıldayan o kusursuz hayatlar içinde kaybolduğunuzda, içinizdeki burukluğu tanıyorsunuz. Harvard’ın psikoloji laboratuvarları sosyal medyadaki görüntülerin gerçek mutluluğun %10’unu bile temsil etmediğini ortaya koyuyor. İster Kur’an’ın "Dünya hayatı aldatıcı bir oyundur" (En'am 32) uyarısını düşünün, ister modern psikolojinin verilerine bakın; gerçek doyum dış parıltıda değil, iç huzurun derinliklerinde saklı. Trafikte korna sesleri beyninizi döverken, bir an durup Peygamber’in 'Öfkeyi su ile söndürün' sözünü hatırlayın. Ya da Japonların Shinrin-yoku felsefesini deneyin: Çocuğun camdaki buğuya çizdiği gülümsemeyi, simitçiye uzanan titrek eldeki cömertliği fark edin. Asıl sabır, gürültü arasından insanlığın sessiz senfonisini işitebilmektir.
Önünüzde duran çay bardağı bile bir kozmik yolculuk vaat ediyor. Bilim bize "Su molekülleri yıldız tozlarından doğdu" derken, tasavvuf "Bu buhar Rahman’ın nefesidir" diye fısıldar. Şeker tanesindeki mucizeyi düşünün: Bir arının bin çiçeği dolaşması, güneşin fotosentez dansı... İmam Rabbani’nin uyarısı kulaklarınızda çınlasın: "Eşyaya ibret gözüyle bakmayan, kâinat kitabının ayetlerini kaçırır." Patronunuzdan gelen sert mail kalbinizi sıkıştırdığında, "Bu insan neden böyle?" diye hüküm vermek yerine derin nefes alın. İslam geleneği "Rabbim bu imtihanla neyi murat etti?" diye tefekkür etmeyi öğretir. Psikoloji ise "Saldırganlık genellikle korkunun maskesidir" der. Belki o sabah çocuğunun hastane raporu eline ulaşmıştır? Belki gece yarısı iflas rüyalarıyla uyandı? İnsanı anlamak, önce onun görünmez yüklerini görmekle başlar.
Nörobilim kanıtlıyor: Anlık yargılar beyindeki amigdalayı ateşler, korteksi felç eder. Oysa Kur’an’ın 750’den fazla "Tefekkür etmez misiniz?" çağrısı prefrontal korteksi harekete geçirir. İster inançlı olun ister agnostik; tefekkürün nöral mekanizması evrenseldir: Yağmuru "berbat hava" değil, "dünyanın ciğerlerine çektiği nefes" diye görmek... Trafik sıkışıklığında "Bu araçların her biri bir insan romanı" diye düşünmek... Sosyal medyadaki kusursuz fotoğrafa "Bu gülüşün arkasındaki yorgunluğu" fark etmek... Gerçek zenginlik dünyayı siyah-beyaz değil, 7.8 milyar insanın rengiyle görebilmektir. Bediüzzaman’ın "Eşyaya hakikatten başka suret giydirmek en büyük hatadır" sözünü cebinize koyun. Yağmur başlayınca ister "Bereket olsun!" deyin ister "Ekoloji mucizesi!" diye hayret edin. Önemli olan o damlalardaki evren türküsünü duymak. Sosyal medyada kaydırırken, yapay parıltılara değil; gözbebeklerindeki insanlık kıvılcımına odaklanın.
Çünkü insan olmanın özü, Yargılamakta değil, karmaşanın içinde kendi küçüklüğümüzü kucaklamaktadır.
Her "bu an bana ne öğretiyor?" sorusu, kalbinizi kainatla senkronize eden bir ritüeldir. Unutmayın: Gökyüzü yıldızlarla konuşurken siz hâlâ karıncanın ayağını yargılıyorsanız, özünüzü kaybediyorsunuz demektir. Tıpkı bir aynayı kirli elle silmeye çalışmak gibi... Nefsinizi tefekkürle cilalayın ki, Kur'an'ın "Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar" (İsra 84) sırrı size açılsın. Bugün sokakta gördüğünüz ilk yüzü "iyi/kötü" diye etiketlemek yerine, "Bu insan hangi savaşlardan geçti?" diye sorun. İşte o an, yıldız tozundan yaratılmış bedeninizle evrene "Merhaba!" dersiniz.
Şimdi dönün ve son 24 saatinize bakın, laç kez durup "Bu yaşadığım bana neyi gösteriyor?" diye sordunuz?
Bu cümleleri okurken içinizde bir şey kıpırdadıysa, bilin ki o sizin özünüzün fısıltısıdır... 🌟