Ateizm, zaman zaman yükselen bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Geleneksel toplumlarda Tanrı’ya inanmama önemli bir problem olarak görünmüştür.

Bu sebepten olsa gerek insanlık tarihinde ateizm oranının az olduğu söylenebilir. Bugün ise, istatistiki bazı rakamlara bakacak olursak oldukça yükselmiş görünmektedir.

Din, tarih boyunca siyasetin ilgi alanından çıkmamıştır. Bir başka deyişle, en seküler siyasetler bile dini kendi uhdesinde tutarlar ve özel ilgi gösterirler. Zira ateizm tarih boyunca ve bugün siyaset açısından her şeyden önce bir düzen ve istikrar meselesidir. Doğrusu bir toplumda iki önemli kontrol aracından birisi aile ise diğeri de din olmuştur. Dolayısıyla dünya ölçeğinde siyaset(ler) ateizm meselesine ilgisiz kalamazlar.

Ateizmin yükselişi karşısında verilen ilk tepkiler kaygı yönünde olmaktadır. Bilhassa toplumlarda ateizmin yükselişi toplumda geleceğe dair bir tedirginlik oluşturmaktadır. Özellikle din alimlerinin tepkisi ise, Allah’ın var olduğunu ispatlamaya yönelik olmaktadır. Böyle bir tepki, ateizmin direkt ilgili olduğu “Tanrı’nın varlığı”na dair yeterli deliller olmadığı gibi bir düşünceden ya da varsayımdan kaynaklanmaktadır.

Dolayısıyla yapılan işlerden birisi hemen ateizmin bir yanılgı olduğu şeklinde çalışmaların ortaya konulmasıdır. Bu çalışmalarda ise Tanrı’nın var olduğuna dair “ispatlama”lar getirilmektedir. Esasen aynı durum Tanrı’nın varlığına dair negatif yaklaşanlarda da mevcuttur. Söz gelimi; Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” isimli kitabı da bu minvalde düşünülmelidir.

Öncelikle belirtilmelidir ki, Tanrı’nın varlığı bilimin inceleyeceği bir konu değildir. Çünkü Tanrı, fenomenler dünyasında insanın bilgi ve duyusal yetileriyle ele alabileceği bir hüviyet arz etmemektedir. Tanrı, her şeyden önce bir inancın konusudur. Elbette fenomenler dünyasında bir takım işaretlere (âyet) bakarak mü’min insan Tanrı’nın varlığına dair bir düşünce elde edebilir. Zaten başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere Tanrı’nın varlığı bir gaybe iman konusu olarak ele alınır ve fenomenler dünyasındaki göstergelere müracaat edilir.

Fakat burada esasen ateizm meselesinin aynı zamanda bir insan sorunu olduğunu öne süreceğim. Biraz daha açacak olursak, insanın insandan ve dünyadan ümit kestiği oranda ateizme doğru yığınak yapıldığını söyleyebiliriz. İnsanlar çoğu zaman Tanrı konusunda bir ispata bakarak Onun varlığına inanç geliştirmezler. Kanaatimizce, daha çok duygu dünyası bu konuda daha belirleyicidir. 

Aslında “Tanrı’ya iman”ı günümüzde belirleyici iki unsura bu noktada vurgu yapabiliriz. Birincisi, Charles Taylor’ın “Seküler Çağ” isimli kitabında sorduğu soru ile ilintilidir: “Söz gelimi 15. Yüzyılda Tanrı’ya inanmamak neredeyse mümkün değilken, bugün niçin Tanrı’ya inanç seçeneklerden biri haline gelmiştir?” Doğrusu ben modernite üzerinden insanın kendi geliştirdiklerine güvenin burada etkili olduğu kanaatindeyim. Fakat ikinci boyut daha önemlidir. Giderek görelileşen ve belirsizliği artan bir dünyada yaşamaya başladık. Bu şartlarda eski insani ilişkiler ve sosyal ağlar parçalandığı için “risk” ve “güven” gibi iki anahtar kavram daha belirleyici hale geldi.

Yatay düzlemde ciddi bir hasar alan insanın birbirine olan güveni, hayata dair ümidi zayıfladığı oranda bu Tanrı meselesinde yansımalarını bulmaktadır. Bu sorunu gören bazı ilim erbabı da hemen Tanrı’yı ispat etmeye gayret etmektedir. Halbuki ben Tanrı ile ilgili bir sorun dile getirildiğinde ben hemen insana bakıyorum.