Türkiye, tarihî bir eşiğin tam ortasında duruyor. Kırk yıl boyunca süren, binlerce insanın canına mal olan, yalnızca fiziki değil; sosyal, ekonomik ve kültürel derin yaralar açan bir çatışma döneminin ardından artık yeni bir gerçeklikle karşı karşıyayız: Silahlar susuyor.
PKK’nın 2025’te gerçekleştirdiği 12. kongresinde aldığı “silah bırakma” ve “örgütsel fesih” kararı, sadece teknik bir dönüşüm değil; aynı zamanda ideolojik bir tükenişin ve yeni bir başlangıcın ilanıdır. Bu karar; samimiyetle sahiplenilir, doğru bir siyasi iradeyle yönetilir ve toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplendirilirse, Türkiye’nin sadece iç barışı için değil, bölgesel vizyonu için de tarihi bir fırsat doğuracaktır.
Ama unutmamalıyız: Her fırsat, ihmal edildiğinde veya kötü yönetildiğinde bir riske dönüşür. Barış, sadece siyasi bir karar değil; toplumsal bir sorumluluktur.
Bir Yüzyılın Yorgunluğu
Bu coğrafyada hepimiz yorgunuz.
Kürtler de Türkler de bu toprakların çocukları olarak; korkularla, inkârlarla, yasaklarla ve önyargılarla büyüdük.
Canlarımızı yitirdik, ama sadece onlar değil; güvenimizi, umutlarımızı ve birlikte yaşama irademizi de kaybettik.
Kimi zaman aynı acıya sustuk, aynı ezana ağladık. Ama birbirimize hiç gerçekten kulak vermedik.
Şimdi, yeniden tanışma ve yeniden helalleşme zamanıdır. Bu süreç sadece silahların değil; kalplerin de susmaması gereken bir süreçtir.
Fırsatlar: Barış, Birlikte Yaşamın Yeniden İnşasıdır
Barış süreci doğru yönetilirse;
• Türklerle Kürtler arasında adalet zemininde yeni bir toplumsal sözleşme inşa edilebilir.
• Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere ekonomik kalkınma hız kazanabilir.
• Yeni anayasa çalışmalarıyla eşit yurttaşlık ilkesi, kağıt üstünden gerçeğe taşınabilir.
• Türkiye, bölgesel barışın anahtarı hâline gelerek Suriye, Irak ve İran’daki Kürt yapılarına model olabilir.
• En önemlisi: Silahların değil, Kur’an’ın rahmet ve adalet ilkeleriyle yoğrulmuş bir kardeşlik tesis edilebilir.
Kur’an buyurur:
“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.” (Hucurât, 13)
Tanışmayı reddeden, çatışmayı davet eder. Bugün yeniden tanışmanın, yeniden konuşmanın vaktidir.
Riskler: Barışı Sabote Edebilecek Tehlikeler
Fırsatlar kadar, sürecin kırılgan yönleri de vardır:
• Sürece dair güven bunalımı hâlâ derindir. Samimi bir yüzleşme sağlanmadan bu bunalım aşılmaz.
• Radikal gruplar, doğan boşlukları kendi lehine kullanmak isteyebilir.
• Barışın “taviz” gibi algılanması, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirebilir.
• Ekonomik kaynakların adil paylaşılmaması, yeni adaletsizlikleri doğurabilir.
• Sürecin sadece devletin değil, halkın süreci olması gerekir. Aksi hâlde barış masası kurulur ama halk o masaya oturmaz.
Sivil Toplumun Rolü: Bu Sürecin Vicdanıdır
Bu hafta sonu, İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı tarafından İstanbul’da düzenlenen “Yeni Süreçte Hassasiyetler, Fırsatlar, Riskler ve Sivil Toplumun Rolü” başlıklı çalıştayda konuşmacı olarak yer aldım.
Orada bir kez daha gördük ki: Devletin kararlılığı kadar, toplumun vicdanı da bu sürecin taşıyıcısı olmalıdır. Ve o vicdanın en güçlü sesi, sivil toplumdur.
STK’lar, yerel inisiyatifler, kadınlar ve gençler bu sürecin aktörleri olmalıdır.
Hakikat komisyonları kurulmalı; geçmişin acıları üzeri örtülmeden, ama intikamla da değil; adaletle ve şefkatle konuşulmalıdır.
Eğitim ve medya, barışı provoke eden değil; barışı anlatan bir dil inşa etmelidir.
Son Söz: Barış, En Çok Yetimlerin Duasına Yakışır
Barış başlatmak zor; sürdürmek daha da zordur.
Ama bu zorluk, ahlaki bir irade, siyasal bir cesaret ve toplumsal bilinçle aşılabilir.
Bu fırsatı elimizin tersiyle itersek, sadece bugünü değil, geleceğimizi de kaybederiz.
Ama sahip çıkarsak, sadece bir çatışmayı değil; bir yüzyıllık ayrılığı sona erdirebiliriz.
Kur’an buyurur:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmrân, 103)
Barış artık bir lüks değil, ertelenemez bir sorumluluktur.
Ve unutmayalım: Barış, tercihten önce bir sorumluluktur.