“Ekonominin dili artık faiz, büyüme ya da enflasyon değil; güç, güvenlik ve belirsizlik.”
Dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeler bu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. ABD ile Çin arasındaki ticari ve teknolojik rekabet, Çin’in büyüme hızındaki yavaşlama ve IMF’nin küresel ekonomi uyarıları aslında aynı hikâyenin farklı bölümleri: küresel sistemin artık sadece ekonomik değil, aynı zamanda askeri ve teknolojik araçlarla yürütülen bir güç mücadelesine sahne olması.
Gücün Yeni Biçimi: Karma Rekabet
Uluslararası ilişkilerde “jeoekonomi” kavramı, askeri güçle ekonomik çıkarların iç içe geçtiği yeni dönemi anlatıyor.
Artık devletler yalnızca silahlarla değil; ticaret kısıtlamaları, teknoloji ambargoları, enerji politikaları ve finansal yaptırımlarla da birbirine üstünlük kurmaya çalışıyor.
Güç, tek boyutlu olmaktan çıktı; askeri, ekonomik ve teknolojik araçların birlikte kullanıldığı bir hibrit rekabet haline geldi.
ABD ve Çin arasındaki gerilim bu yeni dönemin en görünür örneği.
Çin’in nadir toprak metallerine ihracat kısıtlaması getirmesi, Washington’un yarı iletken ve ileri teknoloji sektörlerinde sınırlamalar uygulaması, klasik “ticaret savaşı” tanımını çoktan aştı.
Bu adımlar artık ekonomik değil, stratejik hamleler.
Üstelik sahada sadece ekonomi değil, güç gösterileri de var: Tayvan çevresinde artan askeri faaliyetler, Güney Çin Denizi’ndeki gerilim, Pasifik’teki ittifak arayışları… Hepsi aynı tabloyu tamamlıyor.
Tanklar, çiplerle; savaş gemileri, veri merkezleriyle aynı satranç tahtasında yer alıyor.
Çin’in Yavaşlaması: Ekonomiden Fazlası
Bu karma güç rekabetinin merkezinde Çin’in ekonomik ivme kaybı bulunuyor.
Büyümedeki yavaşlama sadece iç talebin zayıflığından değil, küresel ticaretteki belirsizlik, teknolojiye erişimdeki sınırlamalar ve emlak piyasasındaki kırılganlıklardan da kaynaklanıyor.
Uzun süredir “dünyanın üretim motoru” olarak görülen Çin’in nefesinin kesilmesi, zincirleme bir etkiyle küresel ekonominin ritmini bozuyor.
Bu durum yeni bir bağımlılık biçimini görünür kılıyor: karşılıklı kırılganlık.
Artık sadece gelişmekte olan ülkeler merkeze bağımlı değil; gelişmiş ekonomiler de büyüme, üretim ve ucuz tedarik için çevreye bağımlı hale geldi.
Bu dengenin bozulması, küresel üretim ağlarının yeniden şekillenmesine yol açıyor.
Ekonomik güç, askeri güvenlik ve teknoloji üstünlüğü birbirine sıkı sıkıya bağlanmış durumda.
Belirsizlik Yeni Normal
IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın “belirsizlik yeni normaldir” sözü, küresel sistemin ruh halini özetliyor.
Küreselleşmenin altın çağında ekonomi öngörülebilirdi: sermaye serbestçe akıyor, ticaret engelleri azalıyor, merkez bankaları benzer politikalar izliyordu.
Bugünse tablo çok daha karmaşık. Korumacılık yükseliyor, ekonomik milliyetçilik güçleniyor, bölgesel bloklaşmalar derinleşiyor.
Ve bunların yanında askeri tehditler, güvenlik kaygıları ve teknoloji savaşları ekonominin gündelik akışını belirliyor.
IMF’nin büyüme tahminlerinin sürekli aşağı yönlü revize edilmesi bu yüzden şaşırtıcı değil.
Artık ekonomik büyümeyi belirleyen faktör yalnızca üretim ya da yatırım değil; politik tercih, stratejik risk ve güvenlik hesapları.
Ekonomi, kendi yasalarından çok siyaset ve güç dengesinin gölgesinde şekilleniyor.
Sermaye akımları bile piyasa verilerinden çok, jeopolitik tansiyona tepki veriyor.
Küreselleşmenin Geri Çekilişi
Tüm bu gelişmelerin birleştiği noktada görülen tablo net: küreselleşme geri adım atıyor.
1990’ların serbest piyasa ideali, “ekonomik güvenlik” çağının yerini aldı.
Her ülke stratejik sektörlerini korumak, tedarik zincirlerini güvenceye almak istiyor.
Pandemiyle başlayan tedarik krizi ve savaşların yarattığı enerji güvensizliği bu yönelimi hızlandırdı.
Kısa vadede bu eğilim ulusal güvenlik hissini güçlendirse de uzun vadede verimliliği azaltıyor.
Ticaretin azalması, maliyetlerin yükselmesi ve uzmanlaşmanın gerilemesi kaçınılmaz.
Ama siyasetçiler açısından bakıldığında “ekonomik koruma kalkanı” söylemi hem popüler hem işlevsel bir araç haline geliyor.
Belirsizlikle Yaşamak
Bu dönüşüm Türkiye gibi orta ölçekli, dışa açık ekonomiler için hem fırsat hem risk barındırıyor.
Tedarik zincirlerinin çeşitlenmesi, üretimin Asya’dan Avrupa çevresine kayması Türkiye’yi potansiyel bir üretim üssü haline getirebilir.
Ancak sermaye akımlarının yavaşlaması, korumacılığın artması ve finansal belirsizlikler, dış finansmana dayalı ekonomiler için yeni zorluklar yaratıyor.
Bu nedenle Türkiye’nin ekonomi politikası artık yalnızca büyümeyi değil, belirsizlik yönetimini de merkeze almak zorunda.
Sonuç
Uluslararası politik ekonomi bize şunu hatırlatıyor: güç artık sadece toprakta değil, tedarik zincirlerinde, enerji hatlarında ve veri akışında.
Küresel düzen, serbest ticaretten çok ulusal güvenlik refleksleriyle şekilleniyor.
Ve bu yeni çağda ekonomi bilimi yeniden siyasetin, hatta stratejinin bir parçası haline geliyor.
Dünya ekonomisi artık bir formül değil, bir strateji meselesi.
Kim belirsizliği yönetirse, geleceği de o yazacak.