Osmanlı’nın son yıllarında Sultan Abdülhamid’e karşı en sert eleştirileri; M. Akif Ersoy’un yanı sıra Risale-i Nur külliyatının yazarı Bediüzzaman Said-i Nursi de yapmıştır. Mehmet Âkif Ersoy ile Said Nursî’nin II. Abdülhamid’e yönelik eleştirileri tarihçilerin ortak bir “saldırı” olarak değil, dönemin siyasal şartları içinde gelişen fikirsel muhalefet olarak değerlendirilir.

Siyasal İslamcılar açısından meseleye bakıldığında İttihatçıların Akif’e de Said-i Nursi’ye sunduğu teklif İslam tarihinde uygulanabilirliği açısında doğruydu. Mehmet Âkif, özellikle özgürlüklerin kısıtlanmasını eleştiriyordu. Said Nursî, meşrutiyetin (anayasal yönetimin) gerekliliğini vurguluyor ve şeriatın ruhuyla uyumlu olduğunu savunuyordu. Her iki düşünür de meşrutiyet ve hürriyet fikrini olumlu görmüş, bu nedenle Abdülhamid’in merkezi otoriteyi güçlü tutan yönetim çizgisine karşı durmuşlardır. İttihatçıların sunduğu teklif “Asr-ı Saadet” dönemiyle örtüşen bir yönetimdi. Fakat güç kuvvet İttihatçıların elinde olduğu için işin rengi tamamen değişmişti.

O dönemde bu iki İslam âliminin hemfikir olmuşçasına koca devlet başkanına karşı (padişaha) durmaları ister istemez halkın gözünde Sultan’ın meşruiyetini zedelemiş ve muhalefetin tabana yayılmasında katalizör etkisi yapmıştır. Zira o dönemde dindar kitleler için siyasî bir figürden ziyade İslami hassasiyetleri yüksek bu iki şahsiyetin eleştirileri, saltanatın uygulamalarına karşı duyulan tepkinin dini bir zemine oturmasına neden olmuştur.

Bugünkü gözle baktığımızda gerek M. Akif Ersoy’un gerekse de Bediüzzaman Said-i Nursî’nin çıkışları iyi niyetle yola çıkılıp kötü bir sonuca ulaşıldığını göstermektedir. İyi niyet ile akıbet arasındaki o ince ve tehlikeli çizgiyi hatırlatmaktadır. Her iki âlim de İslam'ın ve devletin selameti için meşrutiyeti ve hürriyeti savunmuş olsalar da Sultan'ın devrilmesinin ardından oluşan otorite boşluğu ve imparatorluğun hızlı çöküşüne farkında olmadan sebep olmuşlardır. Bunda İttihatçıların oyununa gelmişlerdir. Bu iki âlimin karşı duruşun, tarihsel maliyetini sorgulatan trajik bir tablo ortaya çıkarmıştır.

Bu tablo, Osmanlı’nın son döneminde oluşan siyasî atmosferinin ne kadar boğucu ve karmaşık olduğunu gözler önüne sermektedir. Öyle ki, devletin bekâsını en çok düşünen isimler bile kurtuluşu mevcut yönetimin değişmesinde görmüş; 'hürriyet' kavramı, dönemin aydınları ve âlimleri üzerinde büyüleyici ve kaçınılmaz bir tesir oluşturmuştur.

M. Akif Ersoy, İstibdat şiirinde ve diğer bazı şiirlerinde doğrudan doğruya Osmanlı hanedanı aleyhinde olmadığını, Safahat’ın ilk şiirlerinde Osmanlının ilk hükümdarlarını saygı ve rahmetle anmıştır. O, Osmanlı’nın güçlü asırlarındaki gücünü kaybetmiş, idarede acze düşmüş devlet büyüklerini sevmediğini de bir gerçektir. Bu özelliğiyle de Âkif, Jön Türklerden ayrılmaktadır.

Bu fikri dile getiren Prof. Dr. Orhan Okay’dır. Okay, Mehmet Âkif’in Abdülhamid aleyhindeki en ağır şiiri olan “İstibdat” ve onun devamı intibaını veren “Hürriyet” şiirlerinin bütün Osmanlılar gibi Hürriyet’i büyük bir memnuniyetle karşılamanın mahsulü olduklarını, Âkif’in, bunları o dönemdeki havanın etkisiyle yazdığını söyler. Okay, Akif hakkında şu bilgileri de vermiştir. “Mehmet Âkif, Abdülhamid aleyhindeki en ağır şiiri olan “İstibdat” ve onun devamı intibaını veren “Hürriyet” şiirlerini o dönemdeki havanın etkisiyle yazmıştır”

Mehmet Âkif, İstibdat şiirinde Hürriyet’ten önceki dönemde yapılanlardan bir örnek verir. O devirde yapılanlara Âkif’in bakışını göstermesi bakımından burası önemlidir. Âkif, muhalif gözüyle bize bu hadiseyi anlatmaktadır. O dönemde nasıl şüpheci davranıldığını, masum kimselere nasıl kötü muameleler yapıldığını, geride kimsesi kalıp kalmadığına bakılmadan ailelerin nasıl perişan edildiğini vermeye çalışmıştır. Halk, korkuyla sindirilmiştir. Kimse ses çıkaramamaktadır.

İnsafsız, merhametsiz, liyakatsiz kişiler padişahın bir numaralı adamı olmuşlardır ve bu işleri de onlar yapmaktadırlar. İşte bu yüzden 2. Abdülhamid’e karşıdır. Onun döneminde ülke böyle kötü bir hâl almıştır.

Gerek M. Akif gerekse de Said-i Nursi o dönem siyasi atmosferinde Sultan Abdülhamid yönetimine şu şekilde bakmışlardı:

Hastayı mikroptan kurtarmak isterken, havasızlıktan boğan bir sistem