Bu topraklar, tarih boyunca türlü inançların, etnik kökenlerin ve kültürlerin iç içe geçtiği, birbirinden beslenerek büyüdüğü kadim bir coğrafyadır. Anadolu’nun yüreğinde; Alevi ile Sünni aynı tarlayı sürmüş, Arnavut ile Boşnak aynı sofrayı paylaşmış, Kürt ile Türk aynı cephede omuz omuza vermiştir. İşte bu çok sesli, çok renkli mozaik; Türkiye'nin asıl zenginliğidir.
Çocukluğumda, birlik ve beraberlik hissi sokağımıza sinmişti adeta. Alevi meşrepli arkadaşlarımızla aynı avluda oynar, annelerimizin yaptığı börekleri bölüşürdük. Kimse kimsenin inancını sorgulamaz, ibadet farklılığı ayrışmaya değil, meraka ve saygıya vesile olurdu. Ramazan ayında iftara komşu davet edilir, Muharrem ayında oruç tutan komşuya saygıdan su içilmezdi. Bu sessiz anlaşma, toplumsal barışın en saf halini temsil ederdi.
Ancak zamanla, bu dayanışma duygusu törpülenmeye başladı. 1980’lerin siyasi fırtınası ve kutuplaşma rüzgârı, gençliğimizin masumiyetini alıp götürdü. Lise yıllarında yavaş yavaş aramıza mesafeler girdi. Aynı sokakta büyüdüğümüz Alevi arkadaşlarımızla farklı okullarda, farklı gruplarda, farklı fikirlerde yer almaya başladık. Oysa geçmişte bu farklılıklar bizi zenginleştirirken, şimdi ayrıştırıyordu.
Üniversite yıllarında, artık yollarımız tümden ayrılmıştı. Kızılay’daki Zafer Çarşısı’nda eski dostlarla karşılaşmak zorlaşmıştı. Ancak Beyoğlu’nun kalabalığında, İstiklal Caddesi'nde Limon Cafe'de genç bir Cem Yılmaz’ın ilk performanslarına tanıklık etmek, yeniden bir araya gelme hayalini bir nebze olsun canlı tutuyordu. O masalarda konuşulanlar, gülüşülen anılar, farklı kökenlerin ve inançların yeniden aynı zeminde buluşabileceğine dair umudu hep diri tuttu.
Bugün artık daha da inanıyorum ki, inanç ve kimlik farklılıklarını bir tehdit değil, zenginlik olarak görmek zorundayız. Komşumuzun Arnavut, Kürt ya da Türk olması değil; birlikte selamlaşabilmemiz, aynı ekmeği paylaşabilmemiz önemlidir. Camide yan yana secdeye varmak, sadece ibadet değil; bir toplumsal uzlaşının, bir gönül bağının tezahürüdür.
Toplumlar, farklılıklarını kucakladıkça büyür, kök salar ve geleceğe yürür. Birlik ve beraberlik, yalnızca geçmişin nostaljisi değil; geleceği kuracak yegâne temeldir. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında süregelen göçler, savaşların yarattığı travmalar, ekonomik zorluklar ve toplumsal kırılmalar, bizlere daha çok kenetlenmemiz gerektiğini haykırıyor.
O halde yapmamız gereken bellidir. Her gün yeniden, komşumuza tebessüm etmek.
Her fırsatta, karşıt fikirlere kulak vermek. Her sohbette, ortak noktaları aramak.
En önemlisi, çocuklarımıza bu mirası anlatmak. Gazetelerde, televizyonlarda, okullarda ve sosyal medyada; kutuplaştıran değil birleştiren dili büyütmeliyiz. Çünkü biz bu topraklarda, asırlardır farklılıklarımızla birlikte var olduk. Yarın da aynı kararlılıkla birlikte var olacağız. Birlik ve beraberlik; sadece geçmişte yaşadığımız bir güzellik değil, geleceğimizi aydınlatan en güçlü ışıktır.