Gümüşhane Üniversitesinde yaşanan ve geleceğimiz adına ümit taşıyan erdemli bir davranışın üzerinden henüz bir hafta geçti. Bir vakit öğrencilere dayılanan, efelenen rektörlerin yerine artık sayıları giderek artan dayı rektör, ağabey rektör, rol-model olmaya aday rektörlerimiz var. Buna eğitim ve öğretimin, akademik hayatın, mobbingin azaldığı bir ortamın da hayal ettiğimizi katarsak bilimsel çalışmaların, ilmî hayatın daha da gelişeceğine inanıyoruz.
Gümüşhane Üniversitesi'nde geçtiğimiz hafta yaşanan olay, geleceğimiz adına umut veren bir gelişmenin habercisi oldu, kalplerimize umut serpti. Henüz bir hafta önce tanıklık ettiğimiz bu olay, sadece bir değişimin değil, bir dönüşümün sessiz müjdecisiydi.
Eskiden öğrencilere tepeden bakan, mesafeli yaklaşan yukarıdan bakan, sert üsluplu, otoriter bir tutum sergileyen rektörlerin yerine; bugün artık giderek artan sayıda, öğrencilere ağabey gibi yaklaşan, yol gösteren, kol kanat geren, dinleyen, anlayan ve onların yanında bir ağabey gibi duran, rehberlik eden, kısacası rol-model olmaya aday rektörlerimiz var. Bu olumlu ve müspet değişim, üniversite iklimine de sirayet ediyor. Daha samimi, daha insanî, daha üretken bir akademik ortam doğuyor.
Sadece yönetim anlayışında değil; aynı zamanda eğitim-öğretim ortamının kalitesinde, akademik hayatın niteliğinde de kendini gösteriyor. Mobbingin azaldığı, anlayışın, bilimin ve insan olmanın yüceldiği bir dünya kuruluyor belki de sessizce.
Üniversitelerde bu dayı rektörlerle hayal ettiğimiz; özgür, destekleyici ve bilimsel gelişmeye açık bir üniversite ortamının filizlendiğine inanıyoruz. Böyle bir iklimde hem ilmî hem de akademik çalışmaların çok daha verimli ve üretken bir şekilde ilerleyeceğine dair umutlarımız giderek güçleniyor.
Rektörün yolda öğrencileri alıp okula götürmeleri bir erdem timsalidir, fazilet göstergesidir. Bu tavır; yöneticiliğin değil, liderliğin bir yansımasıdır. Rektörün nezaketi ve ışıltısı gerçektir. Hele de, içinde kendinize dair bir beklenti yoksa… Rektörün öğrencilere karşı tebessümü, gülüşü, onları arabasına alması, karşınızdaki insanı ne kadar mutlu edeceğine duyduğu inancı alkışlanacak, takdir edilecek bir durumdur. Gümüşhane Üniversitesinin öğrencileriyle diyaloğunu görünce öğrencilik yıllarımızdaki İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun bana ve bize yaptıklarını hatırladım. Helallik talebimi yineliyorum. Hakkımı 28 Şubatçılara helal etmeyeceğim.
Kısacası rektör hocanın, dayı rektörün öğrencilere nezaket gösterildiğinde öğrencilerin derslerine, arkadaşlarına ve hocalarına karşı olumlu etkilerinin var olandan birkaç kat daha da artacağına inanıyorum. Yapılan birçok sosyal deney ve araştırmalar da bunu doğruluyor.
Dayı rektörün yoldan aldığı öğrenciler şimdi rektörün yeğeni mi oldular. Cevabımız hayır. Ama rektörün en azından yeğenine, evladına verdiği değerin öğrencisine de verdiği ortadadır. Bu iyiliğin karşısından iyiliğin dumura uğratılması da söz konusuydu. Ama rektör hoca ön görüsüyle, sezgisiyle bir risk alarak öğrencileri arabasına almış ve yola devam etmiştir. Bir değil en az üç öğrenciyi arabaya sığdıran rektör dayıya aynı güzellikle hitap eden ve Diyarbakır şivesiyle iltifat eden güzide bir öğrenci grubu vardı karşısında. Kim bilir bu öğrenciler daha okula gitmeden anne ve baba terbiyesiyle nasıl yetiştikleri ortada. Büyüğüne saygı, küçüğüne sevgiyi kendine felsefe yapan insanların bırakacağı en büyük miras ta budur.
Rektöre dayı diyen öğrencinin daha sonra konuşmalarında annesinin onu aradığını evladım aman büyüklerine karşı saygıyı, hürmeti eksik etme tembihleri Cemil Meriç’in Doğudan doğan güneş olarak nitelendirebiliriz. Rektör hocanın bu öğrencilere yaklaşımı, onları muarrız, nesli bozan, devlete baş kıldıran fikir hareketlerinden uzak tutacaktır.
Çoğu Diyarbakır şivesiyle konuşan bu öğrencilerin rektöre karşı hoyrat tavır göstermedikleri bilakis hitaplarında saygıyı üst seviyede tuttukları ortadadır. Bu öğrenciler Sezai Karakoç’un tarif ettiği gibi Doğunun Yedinci Oğlu gibi Batı kapılarında değerleriyle ayakta kalmaya çalışan öğrencilerdir. Bu öğrenciler Hızır’la yol gitmiş. Kırk saat değil bin saat bile olsa yola her hâlükârda devam edeceklerine söz veren öğrencilerdir. Batıda varsa ya da kalmışsa özünü alıp sözüne söz katan bu öğrencilerin varlığı da yarınlarımız açısından umut verici bir durumdur.
Bu müspet hareketin adını turkuaz hareket olarak nitelendiriyorum. Öğrencisiyle, öğretmeniyle, hocasıyla, rektörüyle bu harekete katkı sağlayan zihniyeti selamlıyorum.
Anlayacağınız… Dünyayı iyiliğin kurtaracağına inananlardanım! Nasıl ki bugün İsrail’in soykırımı karşısında Batı dünyası Filistinlilerin vakarlı ölümü karşısında kafile kafile İslam’a geçiyorsa yine Sezai Karakoç’un tarif ettiği gibi “Yeşil sarıklı ulu hocaların öğrettiği bir şey değildir.
Bir söz duymuştum “Kendimize yardım ettiğimizde, mutluluk anlarını… Başkalarına yardım ettiğimizde ise, kalıcı bir doyumu buluruz” diyor. Rektör Hocanın bu davranışı ise doyuma ulaşma değil irfanî bir gelenekten geliyor.
Kısacası bir üniversitede umut veren bu değişimi yürekten destekliyor ve inanıyoruz ki; sevgiyle, anlayışla, birlikte yürüdüğümüzde hem ilmî hem de insani başarıların önü sonsuza dek açılacaktır.