“Vahdet”in yani birlik ve beraberliği sağlamanın temel şartlarından biri de hiç şüphe yok ki fıtrî olan toplumsal çeşitliliğe tahammül edip saygı göstekmektir. Çünkü cemiyeti oluşturan bütün insanların aynı görüş, düşünce ve çizgide olmaları beklenemez. Evet insan robot olmadığı gibi, toplum da homojen değildir. Toplumda ırkı, dili, rengi, nesebi, mezhebi, meşrebi, tarikatı ve cemaati farklı insanlar vardır. Yine farklı kanaat ve kabullere sahip fikrî, siyasî ve kültürel eğilimlerden insan grupları mevcuttur.
Buna saygılı olmak ve herkesi tek tipleştirmeye çalışmamak, “vahdet”i sağlamanın olmazsa olmazlarındandır. Bu farklılıklara saygı göstermemek, fıtrata karşı gelmek ve Müslümanların “vahdet”ine bilerek zarar vermektir. Burada yapmamız gereken şey; bardağın dolu tarafını görmek ve önemsiz farklılıklara değil, kıymetli ortak noktalara odaklanmaktır.
Ortak yönlerimiz o kadar çoktur ki… Bizler, aynı dine inanan, aynı Allah’a kulluk eden, aynı kıbleye yönelen, aynı kitabı rehber edinen, aynı peygambere gönül veren ve camide imam arkasında hiçbir fark gözetmeden omuz omuza saf duran müminleriz. Öyleyse basit şeylerle uğraşmayalım; bizi kardeş kılan ve bizi ümmet yapan yüce Dinimize sımsıkı sarılalım. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider. O halde zorluklara sabredin; çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)
İnsanların; değer yargıları, yaşam tarzları, olaylara bakış açıları, hayattan beklentileri, zevkleri, kanaatleri, kabulleri, dünyayı algılama ve yorumlama şekilleri farklı olabilir. Bunlar, toplumsal ve beşerî çeşitliliktir. Bu, kilim desenlerine benzer; her ilmek nakış nakış işlenirken ara renkler serpiştirilir. Hepsinde ayrı bir güzellik ve görsellik vardır. Bu emeğe saygı duyarız, değer veririz ve anlamlandırmaya çalışırız. İnsanları farklı yaratan ise, Allahü Teâlâ’dır. Yani Yaratandan ötürü, yaratılanı sevmemiz garekir…
Dinimiz’e göre ırkı, rengi, nesebi ve coğrafyası ne olursa olsun bütün müslümanlar eşittir. İnsanlar arası üstünlüğün gerekçesi ise, sahip oldukları yetenekleri yerli yerince kullanma iradesi ortaya koymaları ve ahlâkî erdemlere uygun davranmalarıdır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhip çıkmanız için kavimlere ve kabilelere ayırdık. Şunu unutmayın ki, Allah’ın indinde en üstün olanınız, takvâda en ileri olanınızdır.” (Hucurat 13)
Bu âyet- kelimeye göre üstünlük, Allahü Teâlâ ye iman ve derin saygının yanında ahlâkî erdemleri de içine alan ‘takvâ’daki derecelenmelere göre ölçülebilebilir. Başka bir âyet-i kerimede ise, şöyle buyurulmaktadır: “O’nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de; gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda, bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır.” (Rum 22)
Bu âyet-i kerimeler, bütün insanların eşit olduğu hakikatini ortaya koymakta ve bütün insanlığın tek bir iradenin mahsulü ve tek bir zincirin halkaları olduklarını haykırmaktadır. Dolayısıyla hiç kimse ikinci sınıf insan olmadığı gibi, kimsenin kimseye zulmetme hakkı ve yetkisi de yoktur. Adalet önünde bir tarağın dişleri gibi eşit olan insanlar için tek üstünlük sebebi vardır ki; o da daima mütevazı ve saygılı olmayı da gerektiren ‘takvâ’ yani Allah korkusudur.
Milletler; adaleti hâkim kılmakla ayakta kalırlar. Bunun için ikinci halife Hazret-i Ömer radıyallahü anh; “adalet, mülkün temelidir,” tarihî tespitinde bulunmuştur. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Onun için Sen durma hakka davet et ve Sana emredildiği gibi dosdoğru ol, sakın onların keyiflerine uyma ve şöyle de: Allah, hangi kitabı indirmişse ben ona inandım. Hem bana; aranızda adaletle hükmetmem emredildi.” (Şura 15)
Binaenaleyh tahammülsüzlükten kaynaklanan zulmün, baskının ve insan haklarına tecavüzün olduğu bir toplumun yıkılması muhakkaktır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:
“Rabbin; halkı, dürüst hareket eden; hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helak etmez.” (Hud 117)
(Devamı haftaya…)