Konumuzun bu haftaki bölümünde; “müminlerin vefakâr ve güvenilir oldukları” hakikatini, inceleyip hatırlatmaya çalışacağız inşaallahü teâlâ:

6- Müminler, vefakâr ve güvenilir kimselerdir: İnsanî bir görev olan emanete riayet, dünyanın her yerinde övgüye layık bir meziyet olarak kabul edilmektedir. Çünkü Toplumda güven duygusu çok büyük önem taşır. Bu duygunun zayıflaması; toplumun birlik ve beraberliğini zedeler. Bundan dolayı, kendilerine kamu görevi ve sorumluluğu verilecek kimselerde aranacak özelliklerin başında da onların güvenilir ve dürüst olmaları gelir.

Yüce dinimiz İslam da, bu konu ile alakalı birtakım hükümler koymuş; emanete riayet edenleri övmüş, aksini yapanları ise, yermiş ve ihtar etmiştir. Kuran-ı kerimde; emanete riayet etmek, mümin olmanın bir özelliği olarak takdim edilmiştir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:

“O müminler, kendilerine tevdî edilen her türlü emâneti korur ve verdikleri sözleri tastamam yerine getirirler.” (Müminun 8)

Bu ayet-i kerimede açıkça emanete riayet ile iman arasında doğrudan bir bağlantı olduğu, ifade buyurulmaktadır. Efendimiz aleyhisselam da aynı bağlantıyı kurmuştur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“Bir kişinin kalbinde iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” (İmam Ahmed)

“Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların can ve malları konusunda kendisinden emin oldukları kimsedir.” (Tirmizi)

“Müslümanlar arasında aldatma olamaz! Bizi aldatan, bizden değildir!” (Müslim)

Her konuda olduğu gibi emanet riayet konusunda da örneğimiz Efendimiz aleyhissalatü vesselamdır. O, mübarek hayatı boyunca her çeşit emanete karşı azamî dercede hassasiyet göstererek bizlere çok güzel örnek olmuştur. Mesela hicret ederken, yanında bulunan bütün emanetleri, Hazret-i Ali radıyallahü anha vererek sahiplerine iade etmesini tembihlemiştir.

İnsanlar; yalan konuşmayan, verdiği sözü tutan, kimseyi aldatmayan, kimseye haksızlık etmeyen ve emanete riayet eden liderler etrafında toplanırlar. İslamiyetin kısa bir zamanda ve baş döndürücü bir hızla yayılmış olmasında; hiç şüphe yok ki, onu tebliğ eden Efendimiz aleyhisselamın yüksek ahlâkı ve dürüstlüğünün çok büyük katkısı vardır. Şayet insanlar O’nun dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı; inançlarından, âdet, gelenek ve göreneklerinden vazgeçerek O’nun getirdiği yüce İslâm’a girmezlerdi? Efendimiz aleyhisselam, konu ile alakalı başka bir hadis-i şerifinde ise, şöyle buyurmaktadır:

“Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder, söz verdiği zaman sözünde durmaz.” (Buhari)

Münafıklık; kısaca insanın içinin dışına, dışının içine uymamasıdır. Hadis-i şerifte bildirilen kötü huylardan herhangi birisi kimde tahakkuk ederse, münafıkların bir vasfını taşıyor, demektir. Buna göre, yalan söyleyenin, vaadini yerine getirmeyenin ve emanete ihanet edenin; dışı içine, özü sözüne uygun değildir. Bu üç kötü huy ise, toplumsal düzenin destek aldığı üç yüksek faziletin tam zıddıdır.

Her şeyden önce itimat edilecek olan şey sözdür. Toplumsal, hukukî ve siyasî ilişkiler sözlü itimatla cereyan eder. Bunun içindir ki yalan, her din ve millette denaet-i ahlakiye yani ahlakî alçaklık olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı müslüman, yalanın her çeşidinden kaçmalı ve doğruluğu şiar edinmelidir. Tam olarak doğru olabilmek için ise, şunlara dikkat etmek gerekir:

Sözde doğruluk: Konuşurken, birşeyden söz ederken; gerçeği çarpıtmadan, ters yüz etmeden olduğu gibi ortaya koymak lazımdır.

Niyette doğruluk: Yapmak istediğimiz işi, sırf Allahü Teâlânın rızasını kazanmak için yapmaya niyetlenmeli ve bu hâlis niyete asla başka birşeyi karıştırmamalı, yani ihlâsı elden bırakmamalıyız.

Azimde Doğruluk: Hayırlı işler yapmayı tasarlarken gerçekçi ve doğru olmak gerekir. Mesela, “şöyle bir imkâna sahip olursam, şu hayırlı işleri yaparım” diyen kimse, o imkâna sahip olduğunda sözünde durmazsa, azminde doğru değil, demektir.

Fiilde doğruluk: Hakkaniyetle hareket etmek, haktan ayrılmamak, sözün öze uygun olmasıdır. Yemine bağlı kalmak, verilen sözü tutmak ve yanlış iş yapmamak gibi, vesselam…