Türkiye ve dünya ölçeğinde sömürgeleş(tir)menin ciddiyeti, etkisi ve derinliği yeterince anlaşılabilmiş görünmemektedir. Sömürgeleş(tir)me o denli çok boyutlu işlemektedir ki, bir müddet sonra hayatın rutinleri arasında gayet sıradan ve hatta “meşru” görüntülere sahip şekilde ilerlemektedir.

Bu minvalde sömürgeleş(tir)menin zirvesini zihinsel sömürgeleş(tir)me oluşturmaktadır. Çünkü bu durum tam bir teslim olmuşluk halini ifade etmektedir. Farklı müslüman ülkelerde karşılaştığım durumlardan birisi de buydu. İnsanlar söz gelimi sömürgecileri Fransızları kendilerine medeniyet getiren bir “Batı” olarak zihni bilinçaltlarında korumakta idiler. Böyle bir toplumu içine düştükleri bu zihni esaretten kurtarmak oldukça zordur. Zira önce özgür olmadıklarının farkına vardırmak lazımdır.

Bugün sömürge bakımından açık ve örtük işgaller yaşamış birçok müslüman ülkeler kurtuluşu Batı’da ararlarken toplumlar da “zihinsel sömürgeleşme” durumlarını yaşam tarzları ile göstermeye devam etmektedirler. Bir şeyi tekrar etmek isterim; müslüman toplumlarda bu bağlamda dirençlerin de giderek esnekleştiğini görmek gerekiyor.

Müslümanların söylemlerine baktığımızda sömürgeciliğe karşı bir direnç tınısı alınmakla birlikte, bunların sahici bir zeminde forma kavuşturulması söz konusu değildir. Çünkü söylemlerden ortaya çıkan şey; sloganlardan öteye pek geçmiyor. Ya da tarihin içinde gezinip turan kahramanlık hikayeleri her tarafı kaplamış. Doğrusu direnci yansıtacak onunla mütenasip sosyal, ekonomik, kültürel bir ufuk ve zemin henüz görünmüyor.

Burada özellikle entelektüel düzeyde “bilgi”ye egemenlik bağlamında bu sömürgeleş(tir)menin hız kesmeden devam ettiğine dikkat çekmek isterim. Öyle ki, “kendi”lik bilgisini üretemeyen müslüman toplumlar bir yandan batılı olanı sürekli çeviri yaparak kendilerini inşa etmeye çalışırlarken, diğer yandan “bilgi” bir egemenlik aracı olarak Batı’ya yığınak yapan bir “devlet”e dönüşmüştür. Dolayısıyla müslüman toplumlarda aktarılan bilgi, Batı’yı tekrar etmekte ve pekiştirmektedir.

Müslüman toplumların sömürgeleştirmeden kurtulmak için entelektüel tartışmalara ihtiyacı bulunmaktadır. “Âlim, aydın, entelektüel” kavramlarının içeriklerine dair tartışmayı erteleyerek, entelektüel tartışmalardan neyi kastettiğimizi belirtmeliyiz. Entelektüel tartışma, düçar olduğumuz sorunlardan kurtulmak üzere “kendi” ihtiyaçlarımız doğrultusunda bilgi ve düşünce üretmektir. Elbette bu düşüncelerin uygulaması olarak “amel”den bağımsız bir düşünce olmaz.

Burada ilk sorun şudur; akademi alanında uluslar arası ölçütleri de kendisi belirlemiş olan Batı dünyası, bu dergiler üzerinden “bilgi”nin içeriği ve dolaşım sınırlarını da belirlemektedir. Burada Batı dışından yazılan makalelere bakıldığında, entelektüel ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda tartışmalardan ziyade teknik ve formatları belirlenmiş yazıları görmekteyiz. Akademide yüksel(t)me de buradaki puanlamalar üzerinden gerçekleştiği için bilginin batılı karakteri ve yüzeyselliği maalesef pekişmektedir. Bu bağlamda müslüman toplumların standartlarını oluşturduğu ve sürdürdüğü dergileri bulamıyoruz. Aynı durum özellikle Avrupa’dan fonlanan projeler için de geçerli olmaktadır.  

Müslüman toplumlarda akademisyenler hangi branşta çalışırlarsa çalışsınlar, son kertede temel hedef entelektüel tartışmaları yükseltmek olmalıdır. Entelektüel tartışmaların öncelikli amacı ise; zihinsel olandan başlayarak İslam dünyasının ve giderek insanlığın bu sömürgeleş(tir)meden nasıl kurtulacağı olmalıdır. Zira sömürgeleş(tir)me bir müddet sonra kişinin kendisine ve toplumuna “sömürgeci”nin gözüyle bakmasını sonuçlamaktadır.

            Günümüzde zaten insanların kitleselleştirilmesi eğilimler (trend) yaratılarak gerçekleştirilmektedir. Farkındalıkların giderek kaybolması ve hatta sömürgeleşmenin rutinleşmesi ve normalleşmesi, müslüman toplumların maddi ve manevi enstrümanlarını elinden almaktadır.

            Entelektüellik en başta teknik bilgi üretimi değildir. Bu sebeple müslüman toplumlarda bilgi,  entelektüellik, üniversite gibi kavramların yeniden tartışılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.