Vicdan, iç dünyamızdaki yargıç diye tarif edilse de, gerçekte içimizde koca bir mahkeme kuruludur. Eskilerin "maşeri vicdan" dediği, her insanda münferit olarak bulunan vicdandan farklı olarak toplumun ortak değerlerini ifade eden kolektif vicdanın da mahkemesi vardır. Anadolu insanı her yılın bugünlerinde Kerbela hadisesini gönlünde hissedip maşeri vicdanın mahkemesini yeniden kurar. Biz de bu mahkemeye kendi cürmümüzce bir maruzat sunmak istedik.

İslam toplumunun çekirdeği mesabesindeki bir avuç insanın Mekke'den Medine'ye hicretinin üzerinden sadece 61 yıl geçmiştir. Hz. Osman'ın şehit edilmesinin ardından halife seçilen Hz Ali'ye Muaviye'nin biat etmemesi ile başlayan karmaşa ve ayrılıkçı süreç, Hz Ali'nin şehit edilmesi ve Muaviye'nin İslam devletinin başına geçmesi ile neticelenmişti. İslam'ın ruhundan uzaklaşılıyor, Resulullah'ın bizzat yaşayarak beyan ettiği faziletler iktidar hırsına, soy sop bağlılığına ve cehalete kurban ediliyordu. Muaviye, hilafeti saltanata çevirerek diğer halifelerin belirlenmesindeki usulleri terk edip oğlu Yezid'i doğrudan halife olarak tayin etmiş böylece son noktayı koymuştu. Sahabenin omurgası mesabesinde olan, dik duruşlu, kessen yolundan dönmeyecek mizaçlılarının Ebubekir, Ömer, Ali, Ebu Zer gibilerinin hayatta olmamaları İslam'ın ruhundan uzaklaşılmasının da önünü açmıştı.

Babasının uzun uğraşları sonucu hükümdarlığı kucağında bulan Yezid aristokrat şımarıklığı ile iktidarın tüm imkanlarını şahsi arzu ve hazları yolunda kullanırken yönetim iyiden iyiye rayından çıkarak zulümler yapar hale gelmişti. Cemiyetin ileri gelenleri kah can korkusundan, kah ikbal beklentisinden bu zulümlere sesini çıkarmazken maaşlı alimler Yezid'in rezaletlerini onaylamaktan başka bir şey yapmıyorlardı. İşte tam bu demde dik duruşlu bir adam, omurganın o devirdeki son halkası Hz Hüseyin ortaya bir tavır koydu. İktidar peşinde değildi, hele mal mülk hiç gözünde yoktu. Aslına bakarsak ortaya koyduğu tavrın kendisini götüreceği sonu da gayet iyi görüyordu. Hepi topu topu 70 kişilik bir toplulukla silahlı bir kıyam olamayacağını o da herkes gibi biliyordu. Yani derdi Yezid'i tahttan indirip yerine iktidara geçmek değildi.

O halde Hz Hüseyin'in eyleminin amacı neydi? Sadece, zillete boyun eğmemek. Zaten başka türlüsünü de yapamazdı ki, hem kucağında büyüdüğü dedesi ve babası hem yetiştiği İslam'ın mektebi ona tek bir yol emrediyordu: "Zalime Boyun Eğme". Hz Hüseyin ve yakınlarından oluşan küçük kafile, karşısındaki Yezid'in devasa güçlerince ezildi, bu kafilenin tamamına yakını katledildi. Fakat Hz Hüseyin, zulüm karşısında herkesin kafasını kuma gömdüğü bir ortamda peygamberi bir ahlakla "hayır" dedi. Zulmü onaylamayan bu "hayır", Hüseyni tavır olarak vicdanlarda yerini aldı.