Avustralya’nın Sidney kentindeki Bondi Plajı’nda yaşanan saldırı, dünya kamuoyunu bir anda ayağa kaldırdı. Liderler peş peşe kınama mesajları yayımladı, manşetler atıldı, özel yayınlar yapıldı, hayatını kaybedenler, isimleri, fotoğrafları ve geride bıraktıklarıyla tek tek anlatıldı.
16 insanın hayatını kaybettiği bu saldırının akabinde hemen “kınıyor musunuz?” soruları sorulmaya başlandı. Tasvip edilip edilmediğinin anlaşılması için siyasi liderler, fikir adamları ve farklı inanç kesimlerinin görüşleri merakla beklenir oldu.
Elbette sonuçları itibariyle bizleri de etkileyecek olan böyle bir eyleme dair görüş beyan edilmelidir. Tepki ve eylem fıkhı üzerine mesajlar verilebilir. Ancak bu mesajların samimiyeti, öncesinde asıl soruları sorabiliyor olmanızla ilişkilidir. Adil bir muhasebe yapabilenlerin sonrasına dair değerlendirmeleri toplum adına bir anlam ifade edecektir.
Hepimizi rahatsız edecek sorularla yüzleşmek zorundayız: Bu tepkilerin görülmesine sebep olan kim? Dünya üzerinde barış ve huzur ile yaşanmasına mani olan, özellikle 27 aydır dünya halklarının psikolojilerini bozan, yüreklerinde derin yaralar açan sadizmin merkezi kim? Gazze sahilinde, iki yılı aşkın zamandır katledilen 100bine yakın insan neden Bond sahilindekiler kadar yankı uyandırmıyor?
Dünya üzerinde biriken öfkenin sorumlusunu parmaklarımızla göstermeden, o sorumluların Filistinlilere yönelik soykırımına engel olabilme adına gerçekçi, somut adımlar atmadan ortaya çıkan bireysel eylemleri tartışmak gülünç kalmıyor mu?
Aynı dünya, aynı medya, aynı siyasi merkezler neden Gazze şeridinde öldürülen on binlerce insan için ortak ve kararlı bir hassasiyet gösteremiyor? Neden Akdeniz’e bakan Gazze sahilinde parçalanan çocuk bedenleri, Bondi sahilinde görülen tek bir saldırı kadar aynı ahlaki sarsıntıyı üretmiyor?
Bondi Sahili’nde akan kan, dünyanın vicdanını sarsarken, Gazze’de her gün akan kan neden sıradan bir istatistik muamelesi görüyor? İşte bu sorular, yaşadığımız küresel ahlaki krizin özeti niteliğinde.
Bondi sahilinde yaşananların arka planını, faillerinin kim olduğunu, hangi saiklerle hareket ettiklerini henüz tam olarak bilmiyoruz. Hangi motivasyonla bu eylemi gerçekleştirdiklerini de bilmiyoruz. Soruşturmalar sürüyor, bilgiler netleşmiş değil.
Ama Gazze’de bugüne kadar yaşananlar için böyle bir belirsizlik yok. Orada neler olduğunu, kimin hangi suçları işlediğini, hangi silahlarla, hangi siyasi kararlarla bu yıkımın gerçekleştiğini herkes biliyor.
Gazze’de yıkılan şehirlerin, bombalanan hastanelerin, açlığa mahkûm edilen insanların, öldürülen yüz bin insanın faili meçhul değil ve bunu sadece Filistinliler değil, bütün dünya biliyor. Uluslararası raporlar biliyor, mahkemeler biliyor, sokaklara dökülen milyonlar biliyor.
Samimiyet tam da burada başlamalı… Fail açık, suç açık, mağdur açık. Buna rağmen dünya, asıl katliamın failine odaklanmak yerine tali olaylar üzerinden vicdan rahatlatmayı tercih ediyor.
On binlerce çocuğun öldürüldüğü görüntüler, yıkılmış mahalleler, enkaz altından çıkarılan cansız bedenler, dünyanın dört bir yanında insanların zihninde ve kalbinde derin bir çaresizlik ve öfke biriktiriyor. Bu öfke, elbette yaşanmışsa eğer masumlara yöneldiğinde kabul edilemez. Ama bu türden münferit ve bireysel eylemleri anlamaya çalışırken, onları doğuran iklimi görmezden gelmek, gerçeği ters yüz etmektir.
Eğer gerçekten sivillerin hayatını savunuyorsak, önce açıkça ortada duran, sistematik ve sürekli işlenen bir soykırımla yüzleşmek zorundayız. Faili belli cinayetleri görmezden gelip, bireysel tepkiler üzerinden ahlaki üstünlük kurmak, vicdan değil, olsa olsa ikiyüzlülüktür.
Bu tür saldırıların içeriği, meşruiyeti tartışılabilir. Ancak kınama cümlelerine başlamadan önce, şu gerçeği teslim etmek zorundayız: Gazze’de yürütülen soykırım siyaseti, dünya genelinde büyük bir adaletsizlik ve çaresizlik hissi üretmiştir. Günlerce, haftalarca çocukların parçalanmış bedenlerini izleyen, annelerin feryatlarına tanık olan milyonların sinesinde, kendi devletlerinin ve uluslararası kurumların sessizliği karşısında derin bir öfke birikti.
Bu noktada asıl sorumluluğun adresini şaşırmamak gerekir. Eğer dünya barışı tehdit altındaysa, bunun başlıca müsebbibi, uluslararası hukuku hiçe sayan, sivilleri bilinçli biçimde hedef alan işgalci çetedir. Bu nedenle, Bondi’de yaşananlara bakarken, parmağı bireysel faillere uzatmadan önce dönüp işgalciyle, Binyamin Netanyahu ve onun temsil ettiği saldırgan politikalarla ve onun işbirlikçi emperyalist dostlarıyla yüzleşilmelidir.