“İnsan bir damla kan, bin bir endişe” den ibarettir der, Sadi Şirazi. Geçmişten duyduğu elem ve geleceğe dair endişeler arasında yaşayan; aciz, ölümlü ve yitimli bir varlık, insan. Doğmak, yaşamak ve ölmek insanın evrensel ve değişmez yazgısı. Ve dünya adeta insan öğüten bir değirmen misali.

İlk insandan beri yüz milyarlar adedince insan bu dünyadan göçtü ve gitti. Dünya genelinde bir günde yaklaşık 160.000 insan ölürken 340.000 insan doğuyor (Worldmeters, 2025). Lakin kimi insanlar adeta hiç ölmediler ve ölmeyecekler. Onları milyarlarca insandan farklı ve ölümsüz yapan şey; fiziksel özellikleri, zenginlikleri veya kariyerleri değildi. Onları büyük ve manevi anlamda ölümsüz yapan şey davaları ve idealleriydi.

Unutulmayan insanların hepsinin ortak özelliği, hayatlarını bir inanca, ideale ve bir davaya vakfetmeleri ve bu uğurda dünyanın süfli zevklerini terk etmeleridir. Dünyanın adi ve basit zevklerini reddetmeleri onlara sonsuzluğun ve manen ölümsüzlüğün kapılarını açtı. Ölmek için yaşamak veya yaşamak için ölmek tercihi, Allah tarafından insana verilmiş bir imtiyazdır. İnsanın imtihanı da işte tam olarak burada başlamaktadır.

İnsan, zıtlıkların içerisinde bir seçim yapmak durumundadır. Ve hepimiz bir şey / bir şeyler olmayı seçeriz. Sorumluluğumuz ve yanılgılarımızda tam olarak burada başlar. Çünkü insan görünen ve yakın olan hazları/mutlulukları tercih etme noktasında daha güçlü bir iştiyak duyar. Bu yanılgıyı Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de şöyle ifade eder; “Asra yemin ederim ki. İnsan gerçekten ziyandadır.Ancak iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır” (Asr Suresi / 1-3).

Binlerce yıl öncesinde yaşamış olan Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’i bugün milyarlarca insanın gönlünde vazgeçilmez yapan şey, hayatını vakfettiği davasıdır. Şayet davanız büyükse, davanız hak ise, davanızda sizi büyütüyor, ölümsüzleştiriyor. Zira kutsi davasını insanlara henüz yeni telkin etmeye başladığı, yalnız ve güçsüz olduğu bir zamanda, kendisine davasından vazgeçmesini ve bunun karşılığında her dileğini gerçekleştireceklerini söyleyenlere; “Allah’a yemin olsun ki sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar, Allah dinini güçlendirinceye veya bu yolda canımı verinceye kadar davamdan asla vazgeçmeyeceğim” (DİB.,2024) demiştir.

Doğmak, yaşamak ve ölmek insanın evrensel ve değişmez yazgısıdır. Lakin bu evrensel yazgı herkes için aynı şekilde nihayete ermez. Üstat Sezai Karakoç’un buyurduğu gibi ölüm, kimi insanlar için;

“Sonbahar değil ilkbahardır,

Ölümden sonra ölümsüz hayat vardır

Anladım onlar ölmediler

Ölüm adına

Ölüm maskesini takınarak

Dönüştüler bir ışığa.”

İnsanın Anlam Arayışı kitabında Viktor Emil Frankl; “İnsan kendi idealleri ve değerleri uğruna yaşamak ve hatta ölmek yetisine sahiptir” der. Yine Nietzsche de “Yaşamak için bir nedeni olan insan her türlü nasıl’a katlanabilir” der. İnsanın kısacık ömrünü değerli kılan, ona yüklediği anlamlardır. Ve diğer varlıklardan farklı olarak insana kendi anlam dünyasını seçme hürriyeti verilmiştir.

İnsanı büyük yapan davasıdır. Şayet davanız hak ve hakikat ise, davanız da siz de yükselirsiniz. Sözlerim nihayete ererken başta kendim olmak üzere şu soruyu sormak isterim. Hayatımızı bir Hak ve Hakikat davasına adayacak cesaretimiz ve gücümüz var mı?

Vesselam…