Katar’a yönelik İsrail bombardımanı, bir askeri saldırı olmanın ötesinde, bölgesel dengeleri yeniden kurgulayan ve Körfez güvenlik mimarisini etkileyen stratejik bir kırılma noktasıdır. Bu gelişme, özellikle Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle askeri - siyasi ilişkilerini derinleştirmesi ve Suriye’nin coğrafi öneminin yeniden ön plana çıkması açısından dikkate değerdir.

İsrail’in saldırısı, Katar’da hem toplumsal hem de diplomatik düzeyde büyük bir tepkiye yol açarken, Körfez ülkelerinin güvenlik zafiyetlerini gözler önüne sermiştir. Katar, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerinden birine sahip olması ve Hamas - İsrail arasındaki müzakerelerde kritik arabulucu rolü nedeniyle zaten stratejik bir konumdaydı. Bu saldırı, Katar’ın yürüttüğü arabuluculuk misyonunu hedef aldığı kadar, Körfez’in savunma mimarisindeki kırılganlığı da açıkça ortaya koydu.

Türkiye son yıllarda savunma sanayisinde kaydettiği ilerlemelerle bölgenin en önemli askeri aktörlerinden biri haline gelmiştir. Bayraktar TB2 gibi insansız hava araçlarının Ukrayna’dan Libya’ya, Karabağ’dan Afrika’ya kadar farklı sahalarda gösterdiği etkinlik, Türkiye’nin teknolojik kapasitesini kanıtlamıştır. Körfez ülkeleri açısından bu durum, güvenilir ve sahada test edilmiş bir ortakla işbirliği imkânı anlamına gelmektedir. Ayrıca Türkiye’nin NATO üyesi olması, Batı sistemine entegre yapısını sürdürmesine rağmen bağımsız manevra alanını koruması, Körfez için alternatif bir güvenlik partneri olma özelliğini pekiştirmektedir.

Katar’a yönelik saldırıdan sonra Körfez ülkeleri için ABD’nin güvenilirliği de yeniden tartışmaya açıldı. Washington yönetiminin saldırı konusunda bilgilendirilip bilgilendirilmediği konusundaki çelişkili açıklamalar, ABD’nin bölgedeki güvenlik garantörü rolüne gölge düşüren etkenlerdendir. Bu durum, Körfez ülkelerinin güvenlik mimarisinde Türkiye’yi daha güçlü bir seçenek olarak değerlendirmesine sebep olabilir. Zira Türkiye, hem askeri üretim kapasitesiyle hem de sahada sergilediği operasyonel başarılarla, bölge için pratikte güvenilir bir ortak olduğunu göstermiştir.

Suriye, coğrafi konumu itibarıyla işgal altındaki Filistin topraklarına en yakın sınır hattına sahip ülkelerden biridir. Bu gerçeklik, Suriye’yi hem direniş stratejilerinin merkezinde hem de Körfez ülkelerinin güvenlik hesaplarında kritik bir noktaya taşımaktadır. İsrail’in saldırıları, Körfez’in güvenlik perspektifinde Suriye’yi yeniden gündeme getirebilir. Suriye’nin jeostratejik konumu, sadece Filistin meselesi bağlamında değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki enerji yolları, kara bağlantıları ve Levant bölgesinin istikrarı açısından da stratejik bir parametre olarak önem kazanmaktadır.

Özellikle Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları üzerindeki rekabetin arttığı bir dönemde, Suriye’nin kara ve deniz bağlantıları, Körfez ülkeleri için dikkate alınması gereken yeni bir jeopolitik alan açmaktadır. Bu nedenle, İsrail’in saldırılarının ardından Suriye’nin yeniden güvenlik gündemine girmesi kaçınılmaz görünmektedir.

Bu çerçevede dikkat çekici bir gelişme de 5 Eylül’de yaşandı. Arap Birliği Konseyi, Suudi Arabistan ve Mısır’ın hazırladığı “Bölgesel güvenlik ve işbirliğine dair ortak vizyon”u kabul etti. Bu girişim, İsrail’in Arap topraklarındaki –Suriye dahil– işgalinin sona erdirilmesi gerektiğine özellikle vurgu yapıyordu. Kararın bu döneme denk gelmesi, Arap dünyasında ortak bir güvenlik yaklaşımının zemin kazanmaya başladığını gösteriyor. Bu, İsrail’in saldırıları karşısında parçalı tepkiler yerine, ortak refleks geliştirme arayışının ilk adımları olarak değerlendirilebilir.

Uluslararası düzeyde ise, ABD’nin Körfez’deki güvenlik şemsiyesi sorgulanırken, Avrupa ülkeleri saldırının diplomatik boyutuna dikkat çekti. İran ise saldırıyı, İsrail’in bölgedeki varlığının istikrarsızlık kaynağı olduğuna dair bir kanıt olarak nitelendirdi. Bu farklı tepkiler, Körfez’in güvenlik mimarisinde yeni aktörlere duyulan ihtiyacı daha da görünür hale getirdi.

Katar’a yönelik bombardıman, aslında Körfez’in güvenlik zafiyetlerini bir kez daha gün yüzüne çıkarmıştır. Bu noktada Türkiye’nin askeri gücü ve savunma sanayi üretim kapasitesi, Körfez ülkeleri için en güçlü alternatif olarak öne çıkmaktadır. Aynı şekilde, Suriye’nin coğrafi avantajı ve direniş hattına yakınlığı, Körfez’in güvenlik perspektifinde yeni bir parametreye dönüşebilir. Dolayısıyla bu kriz, bir yandan Körfez - Türkiye ilişkilerini stratejik ortaklığa dönüştürme fırsatı sunarken, diğer yandan Suriye’nin jeopolitik konumunu yeniden değerlendirme ihtiyacını doğurmuştur.

Sonuç olarak, Katar’a yönelik İsrail saldırısı, bölgesel siyasette yeni ittifaklara sebep olabilir. Türkiye, Körfez’in askeri güvenlik ihtiyacına en uygun ortak olarak öne çıkarken; Suriye’nin jeopolitik konumu, Körfez güvenlik hesaplarında yeniden değerlendirilmeyi bekleyen stratejik bir unsur haline gelmiştir. Arap Birliği’nin son toplantısında kabul edilen ortak vizyon da bu yeni dönemin altyapısını oluşturabilecek niteliktedir. Bu bağlamda Türkiye, yalnızca Körfez ülkeleri için değil, aynı zamanda İslam dünyasının tamamı için güvenilir bir stratejik müttefik olarak öne çıkmaktadır.