0
Belediye başkanlarına eskiden "şehr emini" denirdi. Şehrin güvenilir insanı, şehrin kendisine "emanet" edildiği kişi demek olan bu ifadenin karşılığı geçmişte ne kadar var olmuştur ne kadar olmamıştır ayrı bir konu. Ama anlam itibarıyla bir "olması gereken" kavramsallaştırmadır.
Kenti yani şehri öyle bir kişi yönetmelidir ki şehir halkı ona güvenmelidir. Güven ve eminlik kavramı bu günün kent yönetiminden kaldırılmış artık. Dünyada günümüzün kent anlayışında güven yerine sıkı denetim, şehir kameralarıyla izleme vs. hakim durumdadır. Dünya artık kentleri "güven konsepti" yerine "güvenlik konsepti" ile yönetmeyi tercih etmiş durumdadır. Dolaysıyla bireyler birbirine karşı, birey devlete karşı ve devlet de bireye karşı sürekli bir "gardını alma" pozisyonu ile hareket etmektedir. Başka bir deyişle birey de devlet de bu gün yaşamak ve varlığını sürdürmek için gardını almak zorunda hissetmektedir. Böyle bir gardını alma kültürü yaygınlaşınca herkes bir başka hesap yapmak zorunda hisseder.
Herhangi bir şekilde risk unsuru içeren olası rakipleri de öngörmek, projeksiyon geliştirmek ve ona göre tedbir almak. Yani başka bir deyişle kişiler veya kurumlar daha büyümeden onların önünü kesmek şeklinde sürekli bir gardını alma durumu söz konusudur.
Şehirlerin her tarafına yerleştirilen güvenlik teknolojisi bunun en somut yansımasıdır. Kentler mana dünyasının inşa edildiği mekanlar yerine gerilimin, korkunun, savunma reflekslerinin geliştiği bir tür "survivor" alanına dönüşmektedir. Bu kent yaşamı ve kent tasavvuru ne insanlığın ortak mirasına ne de kendi özelimizde İslam kent (medine) konseptine uygundur. Bu durum, bozulmanın ve ifsadın somut yansımasından başka bir şey değildir.
Kenti inşa ederken, yönetirken, bütçenin harcama alanları belirlenirken daha çok "yarar," "işlev" ve "estetik" görünüm göz önünde tutulur. Yani bir kent için yatırım yapılacak ise veya bir harcama yapılacak ise bu harcamanın veya yatırımın ne işe yaradığı veya kente estetik katıp katmayacağı daha çok düşünülmektedir.
Bu işlev ve estetik seçeneklerinden hangisi seçilirse seçilsin kalıcı etki bırakmak o kadar kolay değildir. Çünkü ki yararı veya işlevi düşünerek yatırım yapılsa dahi bir süre sonra yararlı görülen şey yararlı olmaktan çıkabilir. Aynı durum aslında "estetik" kaygı ile yapılan yatırımlar ve harcamalar için de söylenebilir. Yani bir yatırım bu gün yararlı olabilir veya güzel görülebilir. Bir süre sonra ne bu yararlı diye nitelendirilen durum ve ne de güzel kabul edilen durum veya eser bu anlamını koruyamayacaktır. Mesela bir köprü veya bina ister estetik olarak görülsün isterse de yararlı olarak kabul edilsin. Bir süre sonra o bina veya yapıda görülen yarar veya estetik haz yok olabilir. Birçok tarihsel yapı belli ki bir dönemin iktidarları için yüksek prestijli yapılar inşa etmişler. Ancak bugün o yapıları hala korunuyor olması çoğunlukla onların işlevinden veya estetiğinden dolay değil onların tarihsel anlamı ve hatırası nedeniyledir.
Kentlerin alt yapısı, çevresel düzenlemesi ve her türlü imar durumuna dair tasarım ve kurgunun kent kimliği üzerinde etkili olduğu yaygın kabul gören ve inkar edilmesi pek düşünülmeyen bir gerçekliktir. O nedenle kentin kimliğini ve istikamet ruhunu belirleyecek olan bu tür yatırımlar ve tasarruflar sadece estetik ve işlevsel/yarar ekseninde düşünülmemesi gerekir. Çünkü kent kimliği kentte yaşayan insanların hayat felsefesi ve maneviyatı ile doğrudan ilişkili bir durumdur. Kentli insanın yaşamını yapı sökümüne uğratıp ifsad edecek (deconstruction) belediyecilik ve imar faaliyetine karşı daha duyarlı olmak gerekir. Kentli insanın yaşamını sekülerleştirmede en temel işlevi belediyelerin bu gün sahip olduğu kent anlayışıdır. Çünkü kentlerin imar ve kültür faaliyetleri yürütülürken ilk tercih edilen şey "estetik" ve "yarar" ilkeleridir. Oysa esas gözlenmesi gereken ilke "iyi" ilkesidir. İyi ilkesini kentin kimlik ve ruh inşasında kullanmayan bir belediyecilik anlayışı kentli insanın yaşamını ifsad eden bir sekülerleştirmeden başka bir işlev yapamazlar. Belediye ve dolayısıyla kamu bütçesiyle yürütülen bu sekülerleştirme sürecinin sonlandırılmaması durumunda kentlerde kutsalın izleri bir süre sonra sadece arkeolojik malzeme olarak rastlanabilecek bir durum oluşturacaktır. Ya da falcılık, doğu gizemleri, yoga ve benzeri yeni nesil kutsallar ve ritüeller türeyecektir.
Kentte kimliği önemsemeyen belediyecilik anlayışının mutlaka değiştirilmesi gerekmektedir. İstikameti ve ruhu olan kentler için "iyi"nin ön planda tutulduğu bir belediyecilik anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir. Bu büyük oranda merkezi politikalarla ancak düzeltilebilir bir durumdur. Genel ilkeleri belirleyen bir merkezi belediyecilik anlayışı ile yerelin ve yerli kültürün ve kimliğin de özgürlük ve var olma alanları korunabilir. Ancak yerli olanın kimlik ve yaşam alanı kadar insanlığın ortak ahlaki ve dini mirası ve ortak değerleri ancak "iyi" ilkesinin öncelemesi ile mümkündür.