Benim Kıbrıs sevgimin üzerinden yarım asır geçti. O zaman henüz çocuktum, 14 yaşındaydım. Şehrimizde olağanüstü bir hâl yaşanıyordu. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu yüzlerce kişi, çarşıdan geçip Siirt Askerlik Şubesi’ne doğru yürüyordu. Ben de peşlerine takıldım. Kalabalık, yol boyunca coşkulu biçimde marş okuyordu. Binanın önüne vardık. Gençler Kıbrıs Barış Harekâtı için “gönüllü” yazılmaya başlandı. Ben de adımı yazdırmak istedim ama yaşım tutmadı. Küçüktüm ve biraz daha büyümem gerekiyordu. Arif Nihat Asya’nın şiirleri ve rubaileri, Kıbrıs sevdamı arttırdı. Sonra 1998 yılında yavru vatan’ı görmek yeşil ada’yı gezmek nasip oldu. Efsanevi Başkan Denktaş’la görüşmek benim için büyük bir talihti.
Mavi Vatan İçin Bir Güzelleme Kıbrıs Şehrengizi kitabını görünce o kadar çok sevindim ki tarifi imkânsız. Kapağını, Taşkent köyünün yaslandığı dağın üstünü süsleyen KKTC bayrağı süslemişti. Eserin yazarları tanıdığım, aşina olduğum ve büyük hizmetlerine inandığım Kâmil Uğurlu ve M. Hilâl Uğurlu çiftiydi. Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin yayını olan kitap, çok iyi baskısıyla göze de gönle de hitap ediyordu. Eser, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın makalesiyle bizi selamlıyor. Bu yazıdan bir paragrafla yetinelim: “Anavatan Türkiye ile kurulan gerçekçi ve güçlü bağlar, ülkemizin kalkınmasına yönelik yürütülen işbirliği çalışmalarının esasını teşkil etmektedir. Bağımsız ve egemen siyasal kimliğimizi şekillendiren tarihî akdî uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdeniz’deki stratejik kaynaklar üzerindeki hak ve menfaatlerinin önemi, yeni gelişmekte olan jeopolitik güç dengeleri açısından katlanarak artmaktadır. Bugün, Rum tarafının insanlık dışı ambargolarına ve izolasyonlarına rağmen devam ettirmekte olduğumuz mücadelenin destekçisi, ana vatanımız Türkiye Cumhuriyeti ve oradaki bütün önemli kurumlardır.” Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği Genel Başkanı Dr. İlyas Demirci’nin takdiminden sonra müelliflerimizin sunuş yazısını okuyoruz. Kâmil Uğurlu “Şehrengiz” türünün günümüzdeki öncü temsilcisidir ve bu eseri türünün sekizincisidir. “Şehrengiz’in bir kültür arkeolojisi çalışması” olduğu vurgulanan yazıdan birkaç cümle: “Bildiğimiz, tanıdığımız ve sevdiğimiz Kıbrıs’ta bu defa şehrengiz gözlüğü ile yürüdük. Daha önce bildiğimiz veya seyrettiğimiz manzaranın bu defa gerçekliğiyle çok da fazla ilgilenmedik. Başkalarının, hatta burada yaşayanların bile pek farkında olmadıkları küçük ayrıntılardan yepyeni gerçeklikler inşa etmek istedik. Hatta bazen gerçek bile değil, masallar inşa etmeyi planladık. Gördüğümüzü değil, görmek istediğimizi anlatmaya gayret ettik. Kişilere, eşyaya ve olaylara ve manzaraya bir masal elbisesi giydirdik. Ve onu bu şekliyle anlattık. Şehrengiz aslında budur ve biz bunu yaptık.”
Kitap bir roman tadında sürükleyici hatta macera filmi gibi okuyucuyu heyecanlandırıyor. Hisler, fikirler, hayaller, hülyalar at başı koşturuyor. “Ada’yı kıyısından seyretmedik. Sayısız harikaların ortasında kurduk çadırımız. Her dakikayı gün olarak yaşadık ve keşfetmeye çalıştık. Ayağımızı basmadığımız yer kalmadı.” diyen yazarlarımızla birlikte adada âdeta bir tarih yolculuğuna çıkıyoruz. Şehitler ve şehitlikler yazarlarımızı çok etkilemiş ama bu tesiri biz de hissediyoruz. Seyahat, cevelan ve tefekkür. Görülen memleketlere duyulan sadece hayranlık. Okuyalım: “Kaç fetih, kaç bozgun, kaç hicretle bu insanlar buralara gelmişler, hangi yıkılışlar ve yeniden yapılışlardan sonra bu görünüşlerini alabilmişler.’ diye düşündük ve şaştık. Bir şehrin veya bir bölgenin -insan gibi- bu şekli alabilmesi için kaç ölümün, kaç dönüşsüz vedânın, kaç gurbetin ve ne kadar gözyaşının ve ümidin tecrübesinden geçmesi gerektiğini düşündük, bir defa daha şaştık. Başımızın üstünde, insanı her an bir sonsuzluk duygusu ile yücelten, lekesiz ve çok mavi ve çok uzak bir gökyüzü vardı ve o hep oradaydı. Ama her döndüğümüz köşede, öldükleri fetih gününden ve Varoluş Savaşı’ndan beri adını verdikleri sokağı bir nöbetçi tabur sadakatiyle bekleyen, koyu yeşile boyanmış kabirleriyle, göründüklerinde çok daha büyük olan şehit mezarları, oralarda sonradan oluşmuştu. Onlar her şeyi değiştirdiler. İnsanların nefes alışlarını ve kalp atışlarını bile değiştirdiler. Şehitler ve şehitlikler, dünyanın hiçbir yerinde Kıbrıs’ta olduğu kadar insanların içinde ve hayatında olmamıştır. Onlar Kıbrıs’ın büyük ve mübarek derinliğidir.”
Büyük boy 500 sayfalık eserde Kıbrıs’taki şehirlerimiz, ilçelerimiz, kasabalarımız, köylerimiz, çarşılarımız, camilerimiz, tekkelerimiz, mezarlıklarımız, çeşmelerimiz şiirli bir üslup ile anlatılıyor. Burada yetişen âlimler, mutasavvıflar, şairler, sinema ve tiyatro sanatkârları özlü biçimdi tanıtılıyor. Kıbrıslı meşhur Şeyh Nâzım Efendi ve dervişleri, Barış Manço’nun “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’sının kabir taşı, Derviş Zaim’in sinema tutkusu, Namık Kemal ve adaya hayran olan edipler, Rauf Denktaş, Fazıl Küçük ve Derviş Eroğlu başta olmak üzere adada yetişen devlet adamları… Efsaneler, menkıbeler, hikâyeler ve masallar ülkesi Kıbrıs… Mavi Vatan’ımızın Akdeniz’deki ileri karakolu ‘Mücahit Kıbrıs’… İnsanları, tarihî eserleri ve zengin mutfağıyla canım Kıbrıs. Gazze ve Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren Siyonist İsrail terör örgütünün gözünü diktiği KKTC.
Eserden başlıklar: “Fetih Fermanı ve Bayraktar Camisi”, “Kıbrıs’a İlk Gidenler”, “Şehitler Şehitliklere, Şehidalar ve Şahideler”, “Gazi Mağusa Kalesi ve Dizdarları”, “Lefkoşa’da Sinan’sız Bir Selimiye”, “Mevlevî Tekkesi Semâ Âyini ve Ney”, “Girne’deki Toprak Damlı Evler”, “Sinemanın Büyüsünde Bir Derviş”, “Türk Mukavemet Teşkilatı”, “Yaseminler Tüter mi Hâlâ?”, “Lefke Destanı”. Filistinliler “Millî Mücadele”lerini küffara karşı veriyor. “Filistin İstiklal Marşı”nın yazılmasına az kaldı. Gazze Şehrengizi’ni yazmak da Uğurlu Ailesine nasip olur kısmetse. O kutlu kalemlerinden, inşallah çağımızın destan şehrini/insanlarını okuruz.