Edebiyatın “zekâyı kibarlaştıran” güzel insanları birbiriyle buluşturmak, onlar arasında köprüler kurmak gibi bir işlevi var.  Öğrencilik senelerim hariç, yirmi üç yıllık edebî yolculuğumda kelâmın armağanı olan güzel insanlar tanıdım. Onlardan bir kısmı gece görünen yıldızlar gibi uzakta, sessiz ama orada; vakarla, hassasiyetle, incelikle tezyin edilmiş gönül dünyaları ile hep oradalardı. Bunlardan biri de Kayseri’nin mümtaz şahsiyetlerinden bir güzide kalem Yusuf Dağcı öğretmen. Kendisi çok iyi bir okur olduğu gibi alt yapısını kültür mayasıyla oluşturmuş iyi de bir kalem. Yakın zaman önce kitapları ile tanışma imkânı buldum. Bunlardan biri 2018 yılında Kimlik Yayınlarından çıkan Yaza Yaza Yaşamak. 187 sayfa hacmindeki kitap Dağcı’nın “gelenekle akademik kimliğin, makaleyle diğer edebî türlerin, nesirle nazmın birbirine sevdalandığı vuslat noktası” diye betimlediği otuz altı metinden oluşuyor.

Kitabın henüz “Yazma Serüvenim” adlı ilk metni kendi hâlinde akan bir ırmak güzelliğiyle ilerlerken yazarın Türkçe öğretmeni ile lisede başlayan serüvenine, beslendiği kaynaklara, yazma eyleminin ilk işaret fişeğine ve dergide yayımlanan ilk metin coşkusuna götürüyor okurunu. Bundan sonra Yaza Yaza Yaşamak’ta biyografik temelli metinlere rastlıyoruz fakat onları standart metinlerden ayıran önemli bir fark var. Örneğin yazarın Kayserili şair Abdullah Satoğlu ile başlattığı silsile önce şairle tanışma hikâyesine yer veriyor, ardından ele aldığı sanatkârın bir eserini Türk İslâm motiflerinden hareketle tefsir ediyor. Dağcı, her ne kadar Satoğlu yazısında lâle şiirinden yola çıksa da ilk olarak Mevlana’nın Mesnevîsinden haberdar olduğumuz lâleyi bütün birikimini konuşturarak kendi zaviyesinden ele alıyor ve şairin lalesi ile mukayese ediyor. Nitekim Bekiroğuzbaşaran’ın kaleme alındığı metinde de aynı sistemi gözeten yazar, kısa bir girizgâhtan sonra şairin özgeçmişini, Türk Edebiyatı dergisindeki metinlerinin üzerindeki tılsımlı tesirini ve nihâyetinde onunla ilk karşılaşma ânı ve sohbetlerini detaylandırarak anlatıyor. Yusuf Dağcı fikir ve sanat adamlarını sadece yaşam hikâyeleri ve eserleriyle değil, aynı zamanda kendi izlenimleri ve okuma yolculuğu içinde de değerlendiriyor. Keza Beşir Ayvazoğlu’nun özellikle öğretmenlik dönemine damga vuran akislerini, düşüncesini şekillendirme noktasındaki izlerini onun eserleri üzerinden anlamlandırıyor, okuru yeni okumalara yönlendiriyor. Açıkçası metin bana Beşir Ayvazoğlu noktasındaki eksiklerimi fark ettirdi. Keza kitapta eserlerinden bahsedilen ve aynı başlığın paydaları olan Dursun Gürlek, İskender Pala ve Recep Bozdağ da latif bir üslûpla tanımaya yönlendiriyor okurunu.  Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Necip Fazıl Kısakürek, Orhan Okay, Ziya Avşar, Yağmur Tunalı, Abdurrahim Karakoç ve Yusuf öğretmenin memleketi olan Yahyalı’nın yetiştirdiği pek çok güzide simayı tanıtma gayesiyle yazılan her biyografik temelli metin bize anlatıcının hayat öyküsünden kesitler de sunuyor. Sanatkârların eserini tahlile çalışırken onların, kendisi üzerindeki tesirlerini de kaleme alan bu tarz yazıların en sevdiğim yönü şaire ya da yazara dair toplu bir çıkarım yapmaları, gözden kaçırdıklarımızı fark etme imkânı sağlamaları. Bunun yanında satır aralarından anlatanı tanıma başkalığı yaşatmaları. Kitapta “Aşk Şiirinin Düşündürdükleri” yazısından Yahyalılı bir büyüğün talebi üzerine iki çobanla akşam hasbihâli eden Yusuf öğretmenin vaktiyle “bir gezgin, bir aşkın yürek” dediği çobanların hırkasını giydiğini öğreniyoruz (s. 21). İsmi Murat Soyak’ın “Gül Işığı”ndan mülhem metinde Gül Aydınlığı dergisi ile birlikte gülün çok katmanlı yapısının Yusuf öğretmen için önemini içselleştiriyoruz (s.71). Necip Fazıl ile tanışma hikâyesine yer verilen metinden aldığı bursları tamamen kitaplara veren çocuk Yusuf’tan altı bin kitabın yer aldığı kütüphane oluşturan Yusuf öğretmene varıyoruz (s. 97), okuyan insan güzelliği… Zira bu yazıların her biri sınırsız bir okuma tecrübesinden geçip konmuş gibi kitaba.

Yusuf Dağcı’nın incelemelerinin dışında kalan müstakil denemeleri de ayrı birer dünya. Buraya geçmeden önce, kitaptaki dil bilincine temas etmek gerekiyor. Gerek beslendiği kaynaklar gerekse küçük yaşlarından itibaren okumaya olan yüksek tutkusu bir şuur meydana getirmiş Yusuf öğretmende. “Türkçe Sevgisi, Türkçenin Doğru, Güzel ve Kurallarına Uygun Kullanılması” isimli yazıdan kendi adıma çok istifade ettim. Yazının özellikle “Dil Yanlışları” adlı kısmı “gizli sırları faş etme”, “başına üşüşür sevda kuşları” “Türkçe dili”, “zorunlu seçmeli ders” gibi üzerinde durmadan geçiverdiğimiz pek çok söylemi yeniden gündeme getirmek ve tartışmalı noktaya taşımak adına değerli (s.159, 151). Bununla birlikte Yahyalı ve yöresindeki ses ve şekil bilgileri adlı çalışmayı da oldukça kıymetli buldum. Bu hassasiyetten olsa gerek Yusuf Dağcı kelimenin tam manasıyla bir üslûp ustası, ahlâkı ve edebi önceleyen bir dil mimarı.  Yazarın edep duvarı ile ördüğü “Edep Dairesinden” metni onun sadece edebiyat değil hayat felsefesini de ortaya koyarken “Ne Zormuş Vuslat” gibi bazı denemeleri mensur şiir olarak okunabilecek bir yerde duruyor. “Bir Edebiyatçının Bakışıyla Öğretmenin İnternetle İmtihanı” ise sadece eğitimcilerin değil, ailelerin de okumasını gerektiren bir içerik taşıyor. Kayseri ve özellikle Yahyalı’ya sıklıkla yer verilen eserdeki şu cümlelere de dikkat çekmek istiyorum: “Kadim medeniyete beşiklik eden şirin ve yeşil ilçe Yahyalı… İki dağ arasına uzanan, divanece yaslanan bu beldeye öyle zarif bir bestenin buğusu sürülmüş ki… Ortasından akan Kocaçay’ın coşkun suyuyla dantela misali ördüğü bir haykırış teranesi… Halının, kilimin, desenin tezgâhlarda ilmek ilmek dokunduğu bir mesken. Her nakışta maziden sürüklenen hazin nağmeler, sevinç çığlıkları… (s.155)”

Kitapta “Keçeli Babam” adlı güzel bir de hikâye var ancak kanaatimce metnin kitaba alınmaması daha iyi olurdu zira şiirin, hikâyenin, hatıraların inceleme ve denemeler içinde bulunması, eseri tür noktasında konumlamamıza imkân tanımıyor.

Selam ile.