Mahmut Esad Coşan'a (ra) nisbet edilen bu ifade, İslam’ın iki ana kaynağı arasındaki o muazzam tamamlayıcılığı anlatan en özlü ifadedir. Çünkü Kur’an bir yol haritasıdır; hedefi, sınırları ve istikameti belirler. Sünnet ise o haritanın üzerinde nasıl ilerleyeceğini gösteren pusuladır.
Kur’an’da “Namaz kılın.” emri vardır ama nasıl kılınacağı Sünnetle açıklanmıştır. Kur’an’da “Zekât verin.” buyurulur ama hangi mallardan, ne kadar ve nasıl verileceği Sünnetle belirlenmiştir. Kur’an’da “Hacca gidin.” denir, ama Arafat’ta vakfe, şeytan taşlama, tavaf ve ihramın nasıl yapılacağı yine Peygamberimizin (s.a.v.) uygulamalarıyla bize öğretilmiştir.
İşte bu yüzden, Kur’an’ı Sünnet’ten koparmak, lambayı kablosundan ayırmak gibidir; elinde bir lamba kalır ama artık aydınlatmaz. Çünkü Sünnet, Kur’an’ın yaşayan hâlidir. Hz. Âişe’ye “Resûlullah’ın ahlâkı nasıldı?” diye sorulduğunda verdiği cevabı hatırlayalım: “Onun ahlâkı Kur’an’dı.”
Bugün bazı zihinler bize sadece “Kur’an yeter” diyerek Peygamber’i devre dışı bırakmaya çalışıyor. Oysa bu, İslam’ı ruhundan koparmaktır. Zira Allah, Peygamberine itaati kendi itaatine eş tutmuştur:
“Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 80)
Sünnet olmadan Kur’an, anlaşılmamış bir kitap gibi kalır. Ayetler, Peygamber’in hayatında ete kemiğe bürünerek hayata yön vermiştir. O’nun sözleri, tavırları, merhameti, adaleti, sabrı… Hepsi Kur’an’ın canlı bir tefsiridir.
Kur’an, hedefi gösterir: “Dosdoğru ol!” der.
Sünnet, o hedefe nasıl yürüneceğini öğretir: “Benim gibi olun.” der.
Bugün Müslüman’ın kaybolan yönü, işte bu iki kaynağı birbirinden ayırmasında gizli.
Kur’an’ı rehber, Sünnet’i rehbersiz bırakmak; haritayı eline alıp pusulayı kırmak gibidir.
O halde yeniden dönelim o iki kutlu kaynağa:
Kur’an’la yönümüzü bulalım, Sünnet’le adımlarımızı atıp istikamette sebat edelim.
Çünkü biri olmadan diğeri eksiktir; birlikteyse, insanı Rabbine götüren yoldur.
İşte İslam, tam da budur:
Ne yapacağını Kur’an’dan öğrenmek,
Nasıl yapacağını Sünnet’ten yaşamak…