Vefa duygusu çok yüksek bir his; inançlı kişilere ve kıymetli müesseselere çok yakışıyor. Birçok hizmeti devam eden Şefik Can Uluslararası Mevlânâ Eğitim ve Kültür Vakfı “Vefa Sohbetleri”ni başlattı. İlki “Son Osmanlılar”dan rahmetli Hâce Münevver Ayaşlı’ya dairdi. Önceki gün vakfın Beykoz’daki muazzam bahçeli güzel, ruhaniyetli mekânındaydık. Program, muhteşem bir manevi şölene ve kutlu merasime dönüştü. Eyüpsultan Camii Başmüezzini Davut Şensoy’nun Kur’an-ı Kerim tilavetinin ardından neyzen Rifat Varol’un ney taksimini dinledik. Açılış konuşmasını yapan Vakıf Başkanı Hayat Nur Artıran Hanımefendi, “Ahde Vefa” kavramı üzerinde durdu. Panelin birinci bölümünde “İrfanla Yoğrulan Bir Ömür; Münevver Ayaşlı” yâd edildi. Ayaşlı’nın kızı Fatma Hanım, torunu İbrahim Ayaşlı ve Belkıs İbrahimhakkıoğlu hatıralarını anlattı. Hisli yürekler, destansı bir hayatın sahibini dile getirdi. Hatice Yıldız ise Ayaşlı’nın romanları ve romancılığı üzerinde durdu. Fatma Hanım, “Doğum günü 10 Haziran’dı. Eşim Hasan Beyle düğünümüzü de 10 Haziran’da yaptırdı ve bize ‘Hem evlilik yıldönümünüzü hem de doğum günümü birlikte kutlarsınız. Böylece beni unutmazsınız.’ dedi. Ah Hacıanne! Sizleri unutmak kabil mi, hizmetlerinizi hatırlamamak vebal değil mi? Sizi, fikirlerinizi ve eserlerini yeni nesle tanıtmak elbette vazifemizdir. Panelin ikinci kısımda “Mâzîden Âtîye Bir Köprü; Münevver Ayaşlı” konusu üzerinde duruldu. Münevver Ayaşlı’yı ziyaret eden, tanıyan ve onunla mülakat yapan Beşir Ayvazoğlu, Dursun Gürlek ve fakirdeydi sıra. Kıymetli bilgilerle, mühim hatıralarla donandık yine. Derin düşüncelere daldık zaman zaman. Bazen nüktelere tebessüm ettik, bazen de hüzünlendik.

Münevver Ayaşlı’nın adını önce şifahi olarak duymuştum. 1975’li yıllarda Siirt’te ortaokulda okurken merhum Mehmed Şevket Eygi büyüğümüzün haftalık Büyük Gazete’sini takip ediyordum. Ayaşlı’nın bu gazetedeki yazılarını iştiyakla okuyordum. Sonra İstanbul’a gelmek nasip oldu. Aziz ağabeyim Salih Suruç Beyefendi’nin delaleti ve refakatiyle Ayaşlı’yı Beylerbeyi’ndeki yalısında ziyaret ettik. Benim için tarihî bir gündü. Yalıdaki gül yüzlü sultanımız, artık benim için yakınlarının hitabıyla “Hacı Anne”ydi.

Münevver Ayaşlı son devir hanım yazar,  düşünür ve gönül insanlarının öncülerindendi. Yalısı “meşahir”in ve “meşayih”in müşterek mekânıydı. Tam bir mümine olan Münevver Ayaşlı, aynı zamanda muvahhideydi. Tevhit anlayışını belki de en hisseden, benimseyen ve yaşayan, mübarek abide bir şahsiyetti. Birlik ve beraberlik ruhunun önemini hepimize gösteriyordu. Kıylu kal ile uğraşmaz, bilhassa Müslümanlar arasındaki ittihadın lüzumuna işaret ederdi. Bunu hayatında apaçık gösterirdi. Zira hiçbir ayırım yapmadı, hem yalı kapısını hem de gönül dergâhını iyi niyetli misafirlerine ve dostlarına her zaman açık tuttu. Merhum Turgut Özal’dan Recep Tayyip Erdoğan’a kadar iyi siyasetçilerin neredeyse tamamı, onu ziyarette bulundular, yüksek fikirlerinden istifade etmek istediler.

Doğuş gazetesinde çalışıyordum. Yıl 1985. Büyüğümüzü ziyaret edip bir röportaj yapmıştım. Muhtelif mevzularda sualler hazırlamıştım. Hepsine de ikna edici cevaplar vermişti. Bu konuşma, Romancılar Konuşuyor kitabımı süslüyor. “Ben bir imparatorluk çocuğuyum. Manastır’dan Sarıkamış’a, Hopa’ya kadar Türk bayrağı altında, pasaportsuz seyahat edilirdi. İlk mektebe Halep’te gittim. İkinci mektebe Beyrut’ta devam ettim. Binaenaleyh şimdi oraları başka bayrak altında görmeye el’an tahammülüm yoktur.”

Ediplerimizi şairlerimizi sormuştum. Oradan kısa intibalar:  Abdülhak Hâmid: “Şiirleri kadar kendisi de bir şiirdi. Nezaketi, şıklığı, zarafeti ile müstesna bir insandı.” Yahya Kemal: “Kendisinden şiirleri kadar, Osmanlı tarihini dinlemek de bir ömre bedeldi.” Asaf Hâlet Çelebi: “Çok hoş ve zarif bir şairimizdi.” İsmail Hâmi Danişmend: “Tahminlerden çok daha büyük bir insandı. Frenklerin dediği gibi bagajı çok doluydu.” Peyami Safa: “Karısının hastalığına, tahminin üstünde üzülüyor ve Nebahat’ı iyi edebilmek için, her çareye başvuruyor, hiçbir fedakârlıktan çekinmiyordu.”

Ayaşlı, “edep kavramı”nı öğreten bir muallime, mürebbiyeydi. Edep Yâ Hu! adıyla bir eseri de kaleme almıştı. Bu tüçük fakat etkili eserin girizgâhında “edebin başı” vardı ve şöyle devam ediyordu: “Vaktiyle ‘teşrifat’ denilen, resmî protokol, bizim medeniyetimizin, yani İslam-Türk kısacası, Osmanlı medeniyetinin terbiyesini teşkil eden temel kaide ‘Edep Yâ Hû’ idi. Edep, ‘Edep Yâ Hû! İhtarına muhatap olmamaktır.”

Bu devr-i kadim hanımefendisinin sağlam ruh dünyasına, mukavemetli inancına, olağanüstü duruşuna muhtacız. Bunun için eserlerinin tamamını yeniden okumalı ve yeni nesillere okutmalıyız. İbrahim Ayaşlı, “Hacıanne”nin son günlerinde hastanede yanında iken bir hemşirenin kendisine, “Hücreleriyle hayata bağlı böyle bir hasta görmedim.” dediğini nakletti. O esasen hayatını da adadığı vatanına, devletine, İslam’a bağlıydı. Kutlu, şerefli, mübarek bir ömür yaşadı ve bize örnek bir hayatın nasıl yaşanabileceğini gösterdi.

Onun güzel adını yaşatmak için yapılacak çok iş var. Bunları hem toplantıda anlattım, hem de Münevver Ayaşlı Vakfı yöneticilerine arz ettim. İnşallah hepsi de tahakkuk eder. Burada Millî Eğitim Bakanımıza seslenmek istiyorum. Böyle bir şahsiyetin ismi Beylerbeyi veya civarında bir lisemize çok yakışır. “Münevver Ayaşlı Lisesi” hizmetini gerçekleştirirseniz size olan saygı, sevgi ve dualar artacaktır. Millet olarak, merakla, heyecanla bu müjdeyi bekliyoruz.

Şefik Can Hoca’nın rahmet yüklü irfan şemsiyesi altında şimdi “vefa toplantıları”nın ikincisi hazırlanıyor. Hayat Nur Artıran Hanımefendi ve bütün vakıf yöneticilerine binlerce teşekkür. Vefalı, kadirbilir duruşlarıyla kültür sanat camiamızda örnek teşkil ediyorlar.