
“İrticâ”ın temsîlcisi olarak gördüğü Mehmed Âkif merhûma “Millî Şâir” sıfatını yakıştıramıyan ve onun, Anadolu gencliğine nümûne olamıyacağını iddiâ eden Sabiha Sertel’in Mart 1936’da tek sayı neşredebildiği Projektör mecmûasının Marksizm-Leninizmin şablonlarına muvâfık bir kapak yazısının başlığı, “Millî edebiyat yok, sınıf edebiyatı vardır” şeklindedir… Yine de, iddiâsına nazaran, kendisi Milliyetciymiş, fakat Mehmed Âkif Milliyetci değilmiş! Kezâ onlar “Türk”, biz “Müslümanlar” “Türk” değilmişiz! Münâfıklıkları her vesîleyle tezâhür ediyor!
Dîğer taraftan, 1930’lu senelerde, Marksizm, “Mutlak Şef”in himâyesi altında, mekteblerdeki Materyalizmi telkîn eden Târih I-IV, Felsefe, Sosyoloji gibi ders kitabları sâyesinde, kezâ “Kadro” hareketiyle ve burada bir nümûnesi görülen gazete, mecmûa, kitab neşriyâtıyle, adım adım serpilip gelişiyordu… (Bu husûsta tafsîlât, Türkiye’de 1920’li, 30’lu Senelerde Tercüme Faâliyeti; Nazariye ve Kültürel-İctimâî Tahavvül ünvânlı eserimizdedir -Ankara: Kurtuba Yl., Aralık 2016, 16x24 cm, 428 s.) Projektör’ün arka kapağında, Sabiha Sertel’in Marksizmi propaganda eden tercümelerinden birkaçının listesi vardır: “Bebel’den Kadın ve Sosyalizm, Katusky’den Sınıf Kavgası, Adoratski’den Diyalektik Materyalizm…
“Garb Medeniyetine temessül”ün ismi, “Kemalist milliyetcilik”
Sabiha Sertel, Sebilürreşatçıya Cevap isimli bu risâlesinde, Âkif merhûmun “Milliyetci” ve “İnkılâbcı”, yânî Kemalist ve Garbci değil, “İslâmcı ve Ümmetci” olduğunu ileri sürerek (ss. 6, 7, 30) ona şiddetle hücûm ediyor… “Kemalizm, Türkiye’yi tamâmiyle muâsır bir medeniyet hâline getirmiş”, bu hâle ve bâhusûs şapka giyme mecbûriyetine tahammül edemiyen Mehmed Âkif, “Kemalist Türkiye”yi bırakıp “Müslüman vatanı” olan Mısır’a kaçmış:
“…Ziya Gökalp’ın Türkçülük cereyanı ile, Türk ocaklarile mücadele etmiş, nihayet Türk inkılâbı Türkiyeyi tamamile muasır bir medeniyet haline getirdiği zaman, şapka giymemek için Türk vatanını bırakıp müslüman vatanına kaçmıştır.” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 9)
“Muâsır medeniyet hâline gelmek”den kasdedilen de, Avrupa’ya temessül… Evet, Sabiha Hanım, açıkça ismini koyuyor: “Garp medeniyetine temessül”… Böylece “Kemalist milliyetçiliğin” hakîkî mâhiyetini de anlamış oluyoruz… Mütehakkim Zümrenin tek derdi, Anadolu Milletini Frenklere temessül ettirmekdir:
“(Şiirlerinde) garplılaşma, muasırlaşma cereyanına muhalefet eden, Avrupadan mütehassıs getirtilmesini dahi hazmedemiyen Âkifi, inkılâbın şairi telâkki edemeyiz. Sebilürreşadın bütün nüshaları, bu Avrupalılaşma, garp medeniyetine temessüle karşı bir kale mehabetile karşı durmuştur…” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 31)
Sebîlürreşâdcılar şöyle muhâkeme yürütüyorlar:
“Türkler gibi metîn ve kökleşmiş bir terbiye-i milliyeye, bir târihî şerefe mâlik olan büyük bir millete, (Garplılaşınız!) demek doğru mudur? Muvâfık-ı hamiyet, muvâfık-ı siyâset midir? Türklerin, metîn dînleri, kökleşmiş millî medeniyetleri sâyesinde Garplılaşmağa ihtiyâcları yoktur. (Sebîlürreşâd, cild: 24: 602, s. 55)” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 45)
19. asrın ikinci yarısından îtibâren kendileri nasıl Frenkleştiyse Anadolu Milletinin de öylece Frenkleşmesini istiyen bütün Sabataîler gibi Sabiha Hanım dahi, Mehmed Âkif ve Sebîlürreşâdcıların Frenklere temessülü reddetme tavrına karşı büyük bir öfke ve nefret duyuyor:
“Ey Molla Sırat! […] …Hilâfetle beraber yıkılan tahakkümünüzden sonradır ki bu memleket terakki ve umran yoluna girdi. Hilâfetin güneşi söndü, karanlığın perdeleri yırtıldı, memleket ışık yüzü gördü. İlh…” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 54)
Buna rağmen, yukarıda gördüğümüz vechiyle, Mehmed Âkif’in “Milliyetci” olmadığını, kendisinin ve sâir Kemalistlerin “Milliyetci” olduklarını iddiâ ediyor…
Sabiha Sertel bu sefer haklı: “Hem Kemalist, hem de Mehmed Âkif tarafdârı olunamaz!”
Sabiha Sertel’in ısrârla vurguladığı bir husûs da şudur: Ya Kemalist, yânî kayıdsız şartsız ve topyekûn Avrupacı ve Materyalistsinizdir, ya da Mehmed Âkif’in ve onun temsîl ettiği Müslümanlık dâvâsının tarafdârısınızdır; her ikisine birden sâhib çıkmak, büyük saçmalıktır:
“Atatürkün inkılâbını emanet ettiği bir gençlik, bu inkılâba zıd fikirleri, zıd kahramanları kendine senbol yapamaz.
“Âkifin eserleri ve hayatı tetkik edildiği zaman Âkifin tamamile bir İslâm şairi olduğu, bütün müslümanları tek bir millet olarak kabul ettiği görülür. Âkifin milliyetçiliği, ‘ümmet’ milliyetçiliğidir…” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 7)
“Âkif, (Kemalist) İnkılâbın ruhunu terennüm etmiş bir şair değildir.” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 33)
“Atatürkün mezarında, Türk inkılâbını bir emanet gibi teslim alan ve bunu yaşatacağına yemin eden, maziye değil, âtiye gömülen Türk gençliği, inkılâbın ruhuna taban tabana zıd olan bu fikirleri nasıl benimser, Âkifi bir inkılâp senbolü, inkılâp neslinin şairi diye nasıl kabul edebilir?” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 13)
İstiklâl Harbi islâmî rûhla yapıldı; lâkin zafer, İslâmı tasfiye etmek için kullanıldı
Çalışmalarımızda Orgeneral Ali Fuad Erden’den bahsederken, onun, Mustafa Kemâl’i, İstiklâl Harbini bir “ihtilâl harbi”ne çeviren adam olarak tebcîl ettiğini görmüştük. Sabiha Sertel de, benzeri sûrette, İstiklâl Harbinin islâmî rûhla başladığını, bilâhare topyekûn Avrupacılık uğrunda Müslümanlığa karşı bir “ihtilâl harbi” mâhiyeti kazanınca, M. Âkif ve onun gibi düşünenlerin bu hareketle yollarını ayırdıklarını tesbît ediyor:
“Mehmet Âkifle Eşref Edibin Anadoluya geçmeleri, istilâya uğrayan İstanbuldan kaçmaları, orada çalışmaları şüphesiz takdire değer bir keyfiyettir. Bu iştirakin mânasını tahlil ettiğimiz zaman, kendilerine bu işte fazla pay bırakmazsak mazur görsünler. Çünkü Sebilürreşatçılar Anadoluya geçtikleri zaman istilâ altına giren hilâfetin bayrağını, islâm camiasının son yıldızı dedikleri islâm hükümdarını, islâm vatanını kurtarmak endişesinde idiler. İstiklâl mücadelesinden sonra inkılâp hareketleri başlayınca, derhal tahakkukunu istedikleri gayenin değil, bambaşka gayelerin tahakkuk etmekte olduğunu görmüş ve buna iştirak etmemişlerdir. Âkifin Millet Meclisinde bulunduğu devirlerdeki sükûtu, şapka inkılâbından sonra memleketten kaçması da bunun ifadesidir.” (Sertel Sabiha, S.C. 1940: 36)
Filhakîka, evvelki çalışmalarımızda, Mustafa Kemâl’in, (“Millî Sır” stratejisine muvâfık olarak) TBMM’nin açılış programında kaleme aldığı vechiyle, Dîn-i Mübîni ve Halîfeyi kurtarmak vaadiyle Müslümanları yanına çekdiğini, sonra asıl niyetini izhâr ettiğini, Avrupacı - Materyalist İnkılâblarıyle Dîn-i Mübîne ve Hilâfete cephe aldığını ortaya koymuştuk. Hattâ, bütün meb’ûslar gibi Mustafa Kemâl de, TBMM’de aşağıdaki yemîni yaparak çalışmıya başlamıştı:
“Makâm-ı Hilâfet ve Saltanatın ve Vatanın ve Milletin istihlâs ve istiklâlinden başka bir gâye tâkîb etmiyeceğime Vallâhi!” (“İlk Meclis ve İlk Yeminler”, Büyük Doğu, 31 Ekim 1947, yıl: 2, cild: III, s. 6)
M. Kemâl’in İstiklâl Marşımızı değiştirmek için teşebbüsleri
Milletimiz, İstiklâl Harbine islâmî rûhla başlamış ve bu rûh sâyesinde onu muzaffer kılmıştı. “İstiklâl Marşı”mız, o rûhun ifâdesidir. Müslüman Milletimiz bu marşta en yüksek seviyede kendini bulmuştur. O, Millî Şûur, İdrâk ve Hissiyâtın zirvesidir. Onun için, ebediyen Millî Âmentümüz olarak kalacaktır.
Topyekûn Avrupacılık ve Materyalizm üzerine müesses Kemalizmin bu marşla uyuşması elbette mümkün değildi. İstiklâl Harbi vasatında, ancak bizzarûre ona râzı olmuştu. İktidârı inhisârına alınca ondan kurtulmaya çalışması, beklenen bir hâldir.
Nitekim, müteaddid def’alar, bu marştan kurtulmak için harekete geçilmiş, teşebbüsde bulunulmuş, fakat istenen netîce alınamamıştır. 1925’ten 1938’e kadar bu mes’elenin “Mutlak Şef” nezdinde hep aktüalitesini muhâfaza ettiği görülüyor…
1925’te İstiklâl Marşını değiştirme teşebbüsü
İstiklâl Marşımız yerine Kemalist İdeolojiye uygun bir başka marşın ikâme edilmesi için 1925’de Maârif Vekâleti tarafından bir müsâbaka tertîb edildiğine, lâkin iştirâk eden 60’a yakın eserin üstün vasıflar taşımadığı için teşebbüsün ak̆îm kaldığına dâir vesîkalar, 2009 senesinde keşfedilmiştir. Şöyle ki:
“Van'da görev yapan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Kasım Kocabaş, internet aracılığıyla tanıştığı bir satıcıdan aldığı toplam 57 parça belgeyi Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'ne getirdi. Belgeleri inceleyen tarihçiler, İstiklal Marşı'nın 1921 yılında kabulünün ardından, 4 yıl sonra ikinci bir yarışma daha düzenlenerek, marşın değiştirilmek istendiğini tespit etti. Belgelerin dönemi aydınlatacak nitelikte olduğu vurgulandı. Belgeleri inceleyen Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Caner Arabacı, ikinci yarışmanın Maarif Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından düzenlendiğini ifade etti.