1937 Haziranındaki bağış hâdisesi, insanda, artık sonunun yaklaştığını hisseden bir adamın davranışları intibâı bırakıyor. Mâhiyetini henüz bilemese de ciddî sûrette hasta olduğunun farkındadır ve bu hâldeyken çiftliklerin işleriyle uğraşmaya mecâli kalmamıştır. Üstelik, çiftlikler (daha doğrusu, İnönü’nün beyânına nazaran, en azından, Ankara’daki Orman Çiftliği) zarâr etmektedir. Binâenaleyh hem sıhhî, hem mâlî sebeblerle onları elden çıkarmak şart olmuştur. Evvelâ onları Zirâat Vekâleti’ne satmıya niyet etmişse de, İnönü, onu, bu satış muâmelesinin pek yakışıksız bir hareket olacağına ik̆nâ edince bundan vazgeçmiş, yine İnönü’nün telk̆îniyle ve kerhen bağış fikrini kabûl̃ etmiştir. Şânına şân katacak bir bağış! Öyle ya, “Râdife”nin Meclis’de îlân ettiği gibi: “Atatürk, bizim en kıymetli hazinemizdir! Onun şan ve şerefini biz vatanın kudreti ve şan ve şerefi sayıyoruz!”

5 Eyl̃ûl̃ 1938 târihli Vasıyetnâme ise, âşik̃ârdır ki ölümünün pek yakın olduğunu bilen birinin hâletirûhiyesinin ifâdesidir. Nitekim bu târihten takrîben bir ay sonra ilk ponksiyon yapılarak karnından litrelerle istiskâ alınacak ve bu ameliye, onun için, sonun başlangıcı olacaktır… (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 5-11.10.2018/16-22)

1-174

“İçki iptilâsı”, sigara tiryâkiliği, sabahlara kadar süren mûtâd gece hayâtı, birbirini kovalıyan balolar, bitmez tükenmez “eğlenceler”, uzun seyâhatler, velhâsıl gayr-i mazbût bir hayât… Bütün tabîbleri, hastalığın sebebinin bu gayr-i mazbût hayât olduğu ve iyileşebilmesi yâhud en azından ömrünün uzaması için bu hayâttan vazgeçmesinin şart olduğu husûsunda mutâbıktılar. L̃âkin o, ölümü pahasına, bu tavsıyeye riâyet edemedi… (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 29.9.2018/10)

***

Hükûmet, onun için Savarona yatını satın aldı

Halkın kısm-ı âzamının, hattâ kâhir ekseriyetinin fakr-u-zarûret içinde yaşadığı zavallı bir memlekette, iş başındaki Totaliter Hük̃ûmet, ömrünün son birkaç ayını yaşadığı bir zamânda, büyük bir mâlî külfet altına girerek, sırf o istiyor diye, sırf onu memnûn etmek için, dünyânın en lüks yatlarından birini satın aldı!

İnanılmaz ama, o bahis mevzûu olunca akan sular duruyor, her şey ona mübâh addediliyor!

Filhakîka, dillere destân Savarona yatının sırf “Mutlak Şef”in gönlü olsun diye alındığını beyân eden, 1937-38’in Başvekîli Celâl Bayar’dır. Bunu, Abdi İpekçi’ye verdiği mülâkatta söylüyor:

“Adana’dan [trenle, Ankara’ya] geldi [25 Mayıs 1938 öğleyin]. Daha sonra [yine trenle] İstanbul’a gitti. [İstanbul’a 27 Mayıs 1938 sabahleyin vâsıl oldu.] Atatürk sıhhati için deniz gezintilerine çok ehemmiyet verirdi. Bunu bildiğimiz için kendisine Savarona’yı aldık. Çok sevindi. Bir müddet Savarona’da kaldı. Nihayet hastalığının seyri olarak Dolmabahçe’ye yatırıldı…” (İpekçi-Bayar mülâkatından, Milliyet, 11.11. 1974, s. 9)

2-107

(Akşam, 2.6.1938, s. 1)

Akşam gazetesinin yukarıdaki nüshasında, 1 Haziran 1938’de İstanbul’a vâsıl olan Savarona yatı hakkında verilen mâl̃ûmât: “Yat, Hamburgda, Blum und Vass tezgâhlarında yapılmıştır. Tonu 4800, boyu 106, eni 16 metredir. Üç bin beygir kuvvetinde olan makineleri altı buhar türbininden mürekkeptir. Sür’ati saatte 21 mildir. Yat, iki bacalı ve çok zariftir.” Onu İngiltere’de bir Amerikalıdan satın alıp Türkiye’ye getiren ekipe dâhil edilmiş bulunan Cemal Granda’dan, Savarona için, Amerikalıya, bir servet ödendiğini öğreniyoruz: 1.250.000.-TL!

***

Hükûmet tarafından Mustafa Kemâl için İngiltere’de bir Amerikalıdan “bir milyon iki yüz elli bin Türk lirası” gibi muazzam bir meb̃ağ ödenerek satın alınan (Granda/Gürkan 2014: 194-195) Savarona yatı, 1 Haziran 1938’de İstanbul’a vâsıl oldu.

“Tek Adam”, hemen o gün, hasretle beklediği yatı uzun uzun gezdi ve bir-iki günlük hazırlıktan sonra da yata yerleşti. Orada, ancak iki ay kadar kalabilecekdir.

Yatta, bir taraftan tabîbler onu bin bir ihtimâmla tedâvî etmiye, daha doğrusu ömrünü uzatmıya çalışırken, o, uzun istirâhatlerle berâber, memleket mes’eleleriyle meşgûl̃ olmıya devâm ediyordu. Bu cümleden olarak, mûtâd işler hâricinde, yatta, 19 Haziran 1938’de, Romanya Kralı Karol’la görüşmüş, 20 Haziran 1938 ve 9 Temmuz 1938 günleri de, İcrâ Vekîlleri Hey’eti toplantılarına riyâset etmiştir. (Akşam, 21.6.1938, s. 1) 9 Temmuzdaki toplantı, riyâset ettiği son Vekîller Hey’eti toplantısı olmuş ve 3,5 sâat sürmüştür. (Soyak 1973: 743)

Hastalığının iyice ağırlaşması ve yat sefâsının zarârlı olması üzerine, iki ay sonra tekrâr Dolmabahçe Sarayı’na nakledilecekdir. (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 29.9.2018/10)

“ONA HER ŞEY MÜBÂH!” DEDİRTEN ÜÇÜNCÜ MİSÂL̃:

ŞAPKA MEZÂLİMİNİN ERZURUM CEPHESİ

Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi ünvânlı kitabımızın (Ankara: Hitabevi Yl., 2014, 620 s.) 12. Faslında (ss. 341 – 468), her zamânki gibi vesîkalara müsteniden, Kemalizmin “Frenk Kıyâfeti Mezâlimi”ni îzâh etmiştik. Bu mezâlim, “Frenk şapkası” mihverlidir. Mezk̃ûr Fasılda, Kahramanmaraş, Giresun, Kayseri, Rize gibi şehirlerdeki “şapka zulmü”nü gözler önüne serdikden sonra en fazla İskilipli Âtıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rızâ Efendi’nin “İstiklâl Mahkemesi” denilen Kemalist Engizisyon Mahkemesi’ndeki göstermelik muhâkemeleri ve îdâmları üzerinde durmuş ve bu Faslı, Erzurum’daki şapka zul̃mü bahsiyle bitirmiştik.

Erzurum’daki şapka zul̃münü ortaya koyarken, en ziyâde, (hâlen Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yeni Medya ve İlteşim Bölümü Başkanı olan) Sefer Darıcı’nın (Sivas, Kangal, 1978) Şalcı Bacı isimli eserinden (Şalcı Bacı. Türkiye’de Asılarak İdam Edilen İlk Kadının Öyküsü, İstanbul: Destek Ye., Şubat 2013, 200 s.) istifâde ettik. Araştırmasını bir roman örgüsü içinde sunan muhterem müellifin (asıl mes’ûle dikkat çekmiyen) siyâsî yaklaşımını hatâlı bulmakla berâber, kitabı bize pek kıymetli bir malzeme sunmaktadır. Onu, hâssaten, aşağıdaki iki eserden elde ettiğimiz bilgilerle hem tarttık, hem de tamâmladık. Böylece, Erzurum’daki şapka zul̃münü hiç olmazsa ana hatlarıyle îzâh eden bir metin inşâ edebildik. Mâmâfih, bu çalışmalar çok kifâyetsizdir: Hak̆îkatperver araştırmacıların, o devrin gazetelerini ve sâir neşriyâtını, kezâ hâtırâtları tarıyarak, fakat bilhâssa resmî arşivlerdeki vesîkalara istinâden hâdiseyi bütün şümûlüyle meydana çıkarmaları l̃âzımdır. İnşâallâh bizim çalışmamız, onları, tamâmen mevsûk, müdellel eserler têlîf etmiye teşvîk̆ eder!

3-42

(https://www.sehrisivas.com/yazarlar/doc-dr-sefer-darici-akademisyen---yazar-kangal_128.html#:~:text=Sefer%20Dar%C4%B1c%C4%B1%3B%201978%20Sivas%2FKangal,Kamu%20Y%C3%B6netimi%20B%C3%B6l%C3%BCm%C3%BC'n%C3%BC%20bitirdi.; 19.9.2025)

Erzurum’daki şapka zulmü ve Şalcı Şöhret Bacı hakkında başlıca kaynağımız olan Şalcı Bacı kitabı ve müellifi Doç. Dr. Sefer Darıcı…

***

Sefer Darıcı’nın araştırmasını tenk̆îd süzgecinden geçirip tamâmlamamıza imk̃ân veren birinci eser, kıymetli bir ilim adamı ve Kemalizm devrinin insâflı bir târihçisi olan Mete Tunçay’ın têlîfidir: Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923 – 1931), Ankara: Yurt Yl., 1981, 486 s. Tunçay’ın (İstanbul, 27.6.1936 – a.y., 18.8.2025) yine bizim de çok istifâde ettiğimiz bir başka têlîfi, Türkiye’de Sol Akımlar (1908 – 1925) ünvânlı eseridir (Ankara: Bilgi Ye., 1978, 3. baskı, 556 s.).

İkinci eser, katı bir Kemalist olan Prof. Dr. Ergün Aybars’ın doçentlik tezidir: İstiklâl Mahkemeleri, Cilt I-II, 1920-1927, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yl., 1988, 548 s. Kitabda, maâlesef, Mahkeme Zabıtları yer almıyor. Dîğer taraftan, eser, bu Engizisyon Mahkemelerinin bir müdâfaanâmesi mâhiyetinde olduğu için müellifini onların suç ortağı yapıyor…

Bunlarla berâber mürâcaat edilen dîğer kaynaklar, alâkalı yerlerde belirtilmiştir.

ŞAPKA MEZÂLİMİ ÜZERİNDE BİR NEBZE TEFEKKÜR

Erzurum’daki şapka zulmünün îzâhına geçmeden evvel, bizzât “Mutlak Şef” tarafından “Kıyâfet ve Şapka İnk̆ilâbı”na mesned gösterilen bir iddiâ üzerinde bir nebze tefekkür edeceğiz.

Mustafa Kemâl, Meclis’e 4 Mart 1925’te kabûl ettirdiği Takrîr-i Sük̃ûn Kânûnu ile ik̆tidârı toptan zaptetmiş, tam mânâsıyle bir “Totaliter Şef” hâline gelmişti. Şimdi kendisinin ve Selânik Cemâatinin seneler evvelinden hayâlini kurduğu ve tamâmının esâsı, Anadolu Milletini Garb, Avrupa veyâ Frenk Medeniyetine temessül ettirmekden ibâret olan İnk̆ilâbları rahatça tahakkuk ettirebilirdi. Bunlardan en mühim bir tânesi, insan üzerinde zihnî-rûhî têsîri pek büyük olan “Kıyâfet İnk̆ilâbı” ve hâssaten “Şapka İnk̆ilâbı” idi. Şapka ve bu meyânda Kıyâfet İnk̆ilâbı, insanımıza bir ânda, âdetâ deri değiştirtiyor, onu şeklen ve berâberinde, (sathî) zihniyet îtibâriyle, Frenklerden farksız hâle getiriyordu. Binâenaleyh asıl gâye, hiçbir farkımız kalmamacasına toptan Frenkleşmekdi. Bu hedef de, zamân zamân açıkça beyân edilmekle berâber, onu takviye etmek için ileri sürülen bir başka esbâbımûcibe, biz Müslümanların târihî kıyâfetlerimizin, bizzât medenîleşmiye, medenî birer insan ve cem’iyet olmıya, kezâ Avrupa Medeniyetinin en kuvvetli tarafı olan Müsbet İlimlerle iştigâl̃ etmiye, “ilim yapmıya” mâni teşkîl ettiğiydi… (Ernest Renan mukallidi bu zevâta göre, bu bâbda asıl büyük mâni, Müslümanlıktı!) Bundan da ötesi, Frenk kıyâfetine bürünmek, “adam olmanın”, “insan olabilmenin” elzem şartıymış!