Simavi’lerin o devirde –Hürriyet’le berâber- yüksek tirajlı iki gazetesinden biri olan Günaydın’da (17 Nisan 1989), Kemalist değil, Müslüman olduğunu ik̆râr “cür’et”ini gösteren Şanlıurfa Belediye Reîsinin Ankara’da nezârethâneye konulması memnûniyetle manşet haber yapılıyor… Hakkında (İtalya’dan devşirme) Cezâ Kânûnu’nun 163. Maddesine muhâlefetten tahk̆îkât açılmış… “Şanlıurfa Belediye Başkanının ürküten sözlerine tanık olan gazeteciler de, dün Emniyet Müdürlüğü’nde ifade verdiler…”
***

Bu nasıl mütenâkız bir beyânât böyle! İkinci cümleniz birincisini nakzediyor; Sayın Çelik’e yapılan zulmü tasvîb ettiğiniz intibâı bırakıyor…
Siz, DYP “Genel Başkan Yardımcısı” Sayın Selâhattin Kılıç, siz de İnsan Haklarını hiç dilinden düşürmiyen bir Partinin temsîlcisi ve onun Liderinin yardımcısı olarak nasıl şu beyânâtı verebildiniz:
“Kesinlikle tasvip etmiyorum! Biz Atatürkçüyüz! Olmaz öyle şey!” (Güneş, 17.4.1989, s. 11)
Hakîkaten “olmaz öyle şey”! Ama olmaması gereken şey, insanların elinden tercîh hürriyetini almanız, herkesi muayyen bir dîn veyâ ideol̃ojiyi kabûl̃ etmek mecbûriyetinde bırakmanızdır! Siz Kemalistmişsiniz; inancınız size mübârek olsun! Pekâl̃â, sizin Kemalist olma hakkınız var da bizim Müslüman olma hakkımız yok mu?
Barbarlık devri hortluyor: “Gerici kafalar ezilecektir!”
Sayın Çelik’in beyânâtına infiâl̃ gösteren bütün siyâsîler arasında belki en aşırı gideni ise, Devlet Bakanı ve Hükûmet Sözcüsü Mehmet Yazar oldu. Sayın Yazar’ın öfkeden kendini kaybedercesine sarfettiği sözleri duyanlar, barbarlık devrinin hortladığını zannedebilirlerdi:
“Gerici kafalar ezilecektir!”
Devâm ediyor:
“Türk halkının %95’i bunlara prim vermez! Ayaklarını denk alsınlar ve topluma ayak uydursunlar!”
Gerisi de şöyle:
“Hiç kimse Türkiye’yi Atatürk İlkelerinden geri götüremez! Kimse yasaların dışına çıkmasın! Bu tür olaylarda hiç kimsenin gözünün yaşına bakılmayacaktır! Bu konuda fevkalâde hassasız! En ufak bir yanlışlığa müsamaha edemeyiz! Hükûmet olarak çok dikkatli olacağız! Bundan kimsenin kuşkusu olmasın! Toplum olarak da daha uyanık olmalıyız!” (Günaydın, 18.4.1989, s. 6)
Ey Masonlar ve ey Masonsular, bize yanıldığımızı isbât edin: Gelin, işbirliği hâl̃inde, Kemalist Totaliter Rejimi tasfiye edip Sahîh Cumhûriyet’i inşâ edelim!
Sayın Mehmet Yazar, bir zamanlar Rotaryen câmiasına iltihâk etmiş ve İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın bu paramasonik teşekkülünün haftalık toplantılarına uzun müddet devâm etmişti. Gerek Beynelmilel Masonluğun, gerekse Rotary (ve Lions) International’ın, zâhiren, İnsan Hakları Dâvâsının harâretli müdâfileri olduğu biliniyor. Hâl̃buki Mehmet Yazar, Çetin Emeç, Erol Simavi gibi mensûblarının beyânât ve tavırlarına bakınca, Müslümanların, İnsan Haklarının şümûl̃üne girmediği anlaşılıyor!
Dîğer taraftan, siz, hem İnsan Haklarından dem vuracaksınız, hem de bu Memlekette Kemalizmi vatandaşlık şartı hâline getirecek, Kemalist Totaliter Rejimin fanatik müdâfileri olacaksınız! Bu ne perhîz, bu ne l̃ahana turşusu! Ey Masonlar ve ey Masonsular, bize yanıldığımızı isbât edin: Gelin, işbirliği hâlinde, Kemalist Totaliter Rejimi tasfiye edip Sahîh Cumhûriyet’i inşâ edelim!
Şener Battal bile!
Ve Sayın Şener Battal… 1987 baharında, Millî Görüş’ün Pâris’deki Câmiinde “Müşâvir” sıfatıyle çalışırken kendisiyle şahsen tanıştığım, bize misâfir olduğu üç gün zarfında uzun uzun sohbet ettiğimiz, feyizli fikir teâtîlerinde bulunduğumuz Sayın Battal… Bende, o zamân, şahsıyetli, diyaloğa açık, sevimli bir insan intibâı bırakmıştı. Bu yüzden, şu sözleri, ona yakıştıramıyorum:
“Siyasî kişiler günlük tartışmalarda Atatürk’e saygı konusunda kusur etmemelidir. Her tartışmada da Atatürk ileri sürülmemelidir. Gerek RP, gerekse MSP’li olarak Atatürk’ün tarihî şahsiyetini daima korumuşuzdur ve saygıda kusur etmemişizdir.” (Milliyet, 17.4.1989, s. 7 ve Günaydın, 18.4.1989, s. 6)
Şimdi, Sayın Çelik’e yapılan zulmü İnsan Hakları çerçevesinde en kat’î bir dille takbîh etmek dururken, bu zoraki têvîllere, kendini olduğundan farklı göstermiye ne lüzûm var? Buna mecbûr musunuz Sayın Battal? Kendi vicdânınızı baskı altında tutarak İnsan Haklarından ne diye tâvîz veriyorsunuz? Size yakışan, herhâl̃de bu tavır değil, kendinizin ve başkalarının samîmî kanâat̃lerinin baskı altında tutulmasına bütün varlığınızla isyân etmeniz ve isyânınızı alenen ifâde etmenizdir! Muhakkak ki yalana, zul̃me karşı en müessir bir sil̃âh samîmiyettir, dürüstlükdür!
Kemalist Taassub, İnsan Hakları Dâvâsıyle bir arada yürür mü?
İbrahim Halil Çelik Hâdisesi karşısında sessiz kalmıyan bir gazete de Cumhuriyet idi. Kemalist Taassub ile İnsan Hakları Dâvâsı arasında bocalıyan, bir dediği, bir dediğini tutmıyan Cumhuriyet…
18 Nisan 1989 târihli nüshasındaki başmakâlesinde şu pasajlar gerçek demokratik tavrı ak̃settiriyordu:
“…Çok partili Demokrasinin dünyada ulaştığı bugünkü aşamada, sözlerinden ve fikirlerinden ötürü bir yurttaşın ceza ve tutukevine gönderilmesine de karşıyız. Batı uygarlığının ulaştığı özgürlüklere Türk toplumunun lâyık olduğunu düşünüyoruz. […]
“Biz fikirlerimizi yasaksız, cezasız, kelepçesiz, demir parmaklıksız bir Demokrasi dünyasında savunabilmeliyiz. Eğer inandığımız fikirleri özgürlükler ortamında koruyamıyorsak, Demokrasiden söz açmak güçleşecektir. […]
“Fikir ve inanç özgürlüklerinin birincil koşulu, kişinin kendisine ters düşen görüşlere hoşgörüyle bakabilmesidir. […]
“Bu bakımdan, Şanlıurfa Belediye Başkanı’nın gözaltına alınması karşısında muhalefet partilerinin kaçamaklı tutumlarını Demokrasiye karşı içtensizlik göstergesi sayıyoruz.” (“Olayların Ardındaki Gerçek: Başkana Gözaltı?...”, Cumhuriyet, 18.4.1989, s. 10)
Bu noktada hemen tavzîh etmek l̃âzım ki Hâdise karşısında “muhalefet partilerinin tutumları”, “kaçamaklı” değil, net bir şekilde aleyhde olmuş ve bu husûsta İk̆tidâr-Muhâlefet yekvücûd davranmıştır.
Ne “İrticâ”sı? İnsaf yâhu!
Cumhuriyet’in başmakâlesi, tuhaf bir şekilde, yukarıda naklettiğimiz fikirlerle yan yana, onlarla teâruz eden fikirler de barındırıyor; sanki bunlar bir başka kalemden çıkmıştır:
“Şanlıurfa Belediye Başkanı’nın ‘Ben Atatürkçü ve Laik değilim’ diye açıklama yapması haklı tepkiler yarattı.”
Nîçin “haklı”? Bir insanın samîmî inancını açıklaması gibi gâyet tabiî, alel̃âde bir hâdise karşısında bu “tepkiler” niye? Bu “tepkiler” yukarıda naklettiğimiz fikirlerle uyuşuyor mu?
Ve şu hüküm:
“Son günlerde ‘irtica’ olaylarına karşı toplumda duyarlılığın artması sevindirici bir gelişmedir.”
Ne “İrticâ”sı? İnsaf yâhu! Bir insanın “Ben şahsen Atatürkçü ve Laik değil, Müslümanım!” demesinin “İrticâ” ile ne al̃âkası var? Gerçek İrticâ, İnsan Haklarını ihl̃âl̃ eden hareketler içine girmek, cem’iyetin cumhûrî gelişme vetîresini engellemekdir. O hâlde şu hâdisede İrticâ tarafında bulunan Sayın Çelik mi, yoksa ona zul̃medenler midir?
O Cumhûrî Nizâm ki bilinen en mühim ilk nümûnesi Resûl̃ullâh Hazretlerinin eseridir
Kezâ, hiç yeri, sırası değilken: “Çelik’in sözlerine kesinlikle karşı çıkıyoruz!” diye allerjisini vurgulamaktan kendini alamıyan Gazetede hayretle okuyoruz:
“…Bir ilimizin seçilmiş Belediye Başkanının karanlığa dönük sözleri de ancak kınanabilir.”
Hoppala! Ferdî pl̃anda L̃aik ve Atatürkçü olmamak, fakat Müslüman olmak nîçin “karanlığa dönük olmak” mânâsına geliyor? İnsan hem Müslüman, hem de İnsan Haklarına, Cumhûrî Nizâma sıkı sıkıya merbût olamaz mı? O İnsan Hakları ki inşâsında Müslümanlığın birinci dereceden têsîri vardır… O Cumhûrî Nizâm ki bilinen en mühim ilk nümûnesini Resûlullâh Hazretleri vermiş, Medîne Esâsiyesiyle, elbette o devrin şartlarıyle mütenâsib olarak, İnsan Haklarına müstenid ilk Cumhûrî Devleti, Cumhûriyeti têsîs etmiştir…
“…Ancak kınanabilir” imiş! Neyi kınayacaksınız, nasıl kınayacaksınız? Ortada bir tartışma mevzûu yok ki! Birisine dünyâ görüşü sorulmuş, o da, sâdece, onu ismen belirterek cevâb vermiş! Şimdi bu inanc ik̆rârı nîçin kınanacak, nasıl kınanacak? Asıl kınanacak tavır, sizin böyle mâsûmâne bir beyânı kınamanız değil mi?
Cumhuriyet’inki işte böyle insicâmsız bir makâle!

“Kemalist değil, Müslüman olduğunu” beyâna cür’et mi edersin, işte seni bir ânda böyle “beynelmilel cânî” yaparlar!
***