0
Tatlı sert geçen bir Nisan ayıydı. Çalıştığım ofisin kapısı telaşla çalınmıştı. İçeriye nazik, nazenin, fazlasıyla mahcup genç bir kız girmişti. Ergenlik döneminin ortalarında henüz 14 olduğuna dair bir izlenim bırakıyordu bende. Çok mutsuz olduğu, her halinden belli oluyordu. Derinlerinde yaşattığı büyük bir sıkıntısı ve derdi vardı. Bu arada dışarıda yağmur yağıyordu. Yağan yağmur öylesine hızlanmıştı ki, yeryüzünün bütün kirlerini silip süpürüyordu adeta. Semadan gelen bu rahmet bende değişik bir hissiyat oluştururdu her vakit. Yağmur suyu direk "Ondan" geliyordu. Öylesine katıksız, katkısız, el değmemiş.
Öylece başımı camdan dışarı uzatıp yağan yağmurun tazeliğini, toprağa karışan kokusunu içime çektim. Suyun en saf halini hissetmek için ellerimi gökyüzüne çevirdim. Var olduğum ve yaşadığım her an için hamt ettim. Eşi benzeri olmayan dakikalar yaşıyordum. Enteresan bir şekilde o anda içeri giren genç danışanımın hikayesi ile dışarıda yağan nisan yağmuru arasında bir bütünlük ve bağ olabileceğini düşündüm. Bir süre onu tanımak için çeşitli sorular sordum.
Okula gitmek istemiyordu. Kendine yönelik zarar verici davranışları da vardı. Sıkıldığı veya üzüldüğü durumlarda kollarını, bacaklarını kesici bir aletle çizmeye başlamıştı. Kendinden öç alıyordu sanki. Bu yaşta biri hayatında ne kadar çok şey biriktirmiş olabilirdi ki. Bunları anlamak ve bana rahatlıkla anlatabilmesi için aramızda güven ilişkisinin olması gerekiyordu. Biraz zamana ihtiyacımız olduğu belliydi. O güne kadar güven duyabileceği bir ilişki kurmadığı çok belliydi. Fakat neden sonra, yavaş yavaş derdini anlatmaya başladı. Belli ki hikayesi uzundu ve anlamı kendinden çok büyüktü. Konu konuyu açıyordu da nedense derinlerde ne olduğu bir türlü ortaya çıkamıyordu. Sabırla bekliyordum…
"Varlığım" dedi… birden bire. "Dünyada var olmam ve varlığımın devam ediyor olması.." Küçük tatlı kızın ağzından dökülen bu kelimeler beni derinden sarsmıştı. Devamında göz pınarları doluyor, al yanaklarından akan damlalar nisan yağmurlarına karışıyordu. Ailesinin cinsiyetinden dolayı ikinci sınıf muamele de bulunduğunu ver bu durumun kendisine her fırsatta hissettirildiğini ifade etmişti. Dünyaya kız doğmak, sonrasında kadın olmak ve çocuk yetiştirmek. Bütün devlet büyüklerinin, yazarların, düşünürlerin, kralların, kraliçelerin yetişmesinde etkili olan kişilerin kadınlar olduğu unutulmamalıydı. Fakat kendi ailesinin hem de hem cinsi olan yani bir kadın olan annesi tarafından kız olduğu için ayıplanan, ötelenen, sürekli eleştirilen, her davranışında hata aranan, önemsenmeyen biri olmanın bedelini de kendine ödettiriyordu.
Bir çocuk olarak hakkı olan her şeyi hak etmesi gerekiyordu Nisa'nın. Mesela okula gitmesi, arkadaşlarıyla oyun oynaması, tiyatroya gitmesi, okul gezilerine katılması, sevebileceği kitapları okuması hak edilmesi gerekenler listesinde yer alıyordu. Kadın olmanın bedeli, sırtına yüklenmiş bir kambur gibi gittiği her yerde taşıması gerekiyordu. Bu kamburun ağır geldiği yerlerde de varlığına, varoluşuna kısacası kadın oluşuna dair mücadele vermesi gerekiyordu.
Gerekiyor muydu gerçekten?