Geçtiğimiz gün trafikte önüme bir cenaze aracı denk geldi. Üzerinde yeşil harflerle yazılıydı: “Cenaze Nakil Aracı.” İşte dedim, hayatın bütün hakikati bu aracın üzerinde yazılı. Çünkü ölüm, ne ertelenir ne de inkâr edilir. Ölümden gayrısı yalan…
Günlük telaşlarımızda kendimizi unutturan o küçük hesaplar, sosyal medyaya sıkıştırdığımız sahte mutluluk kareleri, hızla tükettiğimiz gündemler… Hepsi, ölüm gerçeğinin yanında ne kadar da önemsiz kalıyor. Çünkü ölüm, hayatın en kesin çizgisi. Ona süs katılamaz, üzerine kurdele bağlanamaz.
Düğün konvoylarını düşünün. Plakalar kapatılır, “mutluyuz” yazıları asılır, korna sesleri şehrin sokaklarını çınlatır. Oysa zamanın döngüsü acımasızdır. Bugün mutlulukla süslenen araç, yarın sessizlikle yol alır. İşte cenaze aracı bu yüzden sıradan bir vasıta değil, hayatın ta kendisidir.
Çocukluğumdan beri cenaze aracına ayrı bir saygı duyarım. Yol kenarında isem durur, başımı eğer, dua ederim. Çünkü bilirim ki bugün o aracın içindeki “öteki”dir, yarın ise belki de benim sıradır. Ölümle dalga geçilmez, ironisi yapılmaz. Cenaze aracı bir saygı davetidir; insanı kendisiyle yüzleştirir.
Ama ne yazık ki günümüzde her şey hızla tüketiliyor. Büyük bir sanatçının, bir fikir insanının, hatta bir komşumuzun ölüm haberi bile birkaç saat konuşulup ertesi gün unutuluyor. Sosyal medyanın gündemi değiştikçe, ölümün ağırlığı da gölgede kalıyor. Oysa cenaze aracı, bize unutmayı değil hatırlamayı öğütler. Kalabalığın içinde bir an durmayı, hayatın gerçek değerini düşünmeyi hatırlatır.
Belki de cenaze aracını görmek bir “son” değil, bir “soru”dur. Hayata dair en yalın, en doğrudan soruyu sorar: “Bugün senin yolculuğun olsaydı, ardından hangi sözler söylenirdi? Yaşadıkların gerçekten yaşamaya değer miydi?”
O yüzden, cenaze aracını gördüğümüzde içimizden yükselen dua yalnızca ölene değil, aslında hayatta kalan bizlere de yönelir: “Ya Rabbi, bize ömrün kıymetini bilmeyi, ölümü unutmadan yaşamayı, gerçek olanı sahte olandan ayırabilmeyi nasip et.”
Çünkü hakikat budur. Ölüm, insanın hayatı boyunca aldığı en büyük derstir. Ne kitaplardan öğrenilir ne de başkasının tecrübelerinden tam anlamıyla kavranır. Ölümün sessizliği, aslında yaşamın en yüksek sesle konuştuğu andır. Herkesin sustuğu, dünyanın bir anlığına durduğu o yerde, hayatın gerçek anlamı fısıltıyla değil, haykırışla duyulur. İşte bu yüzden deriz ki: Ölümün sessizliğinde, hayatın en gürültülü dersini duyarız.