Siyaset, bazen haykırışların arasında kaybolur; bazen de en derin suskunluklarda kendine yer bulur. Her çağın, hakikatin üzeri örtüldüğünde onu yeniden görünür kılacak vicdanî bir sese ihtiyacı vardır. Türkiye'nin yakın siyasi geçmişinde bu sesi temsil eden nadir isimlerden biri, hatta belki en başta geleni, Bülent Arınç’tır.
O yalnızca bir siyaset adamı değildir; bir dönemin manevî terazisi, sessiz çoğunlukların vicdanı ve sağduyunun sesidir. Kurucusu olduğu AK Parti’nin yükselişinde kilit rol oynasa da gücün cazibesine kapılmadan, gerektiğinde kendinden olanlara karşı dahi hakkı savunma erdemini gösterebilmiştir.
Arınç’la tanışıklığım uzun yıllara dayanıyor. Ancak onun siyasî kimliğinin ötesinde, hafızamda en derin iz bırakan dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı sırasındaki vakur duruşudur. En çetin tartışmalarda dahi nezaketini kaybetmeyen, muhalefete duyduğu saygıyla hem Meclis’e hem demokrasi kültürüne örnek olmuştur. Onun başkanlığında Meclis, salt bir iktidar rekabeti arenası olmaktan çıkmış, farklı fikirlerin asaletle çatıştığı bir ortak akıl zemini hâline gelmiştir. Bu resmi tamamlayan bir başka yön ise onun iç dünyasıdır. Gazeteci Ömer Şahin’in kaleme aldığı “Küçük Erbakan Arınç” ve “Başkan Arınç” anı kitapları, bu yönünü samimiyetle yansıtır. Konuşmalarının yer aldığı “Baki Kalan” da ise bir fikir işçisinin sabrını ve arayışını gözler önüne serer.
Geçtiğimiz hafta ebediyete uğurladığımız kıymetli mesai arkadaşımız, TBMM emektarı Ünsal Çakmak için Meclis Camii'nde kıldığımız Cuma namazının ardından, Bülent Arınç’ın davetiyle mütevazı bir sofrada bir araya geldik. O sade yemek, sadece fiziksel bir buluşma değil; hatıraların paylaşıldığı, dostluğun sessizce yeniden kurulduğu anlamlı bir meclise dönüştü. O anlarda Arınç’ın yalnızca geçmişte yüksek görevler üstlenmiş bir devlet adamı olmadığını; aynı zamanda vefayı, kadirşinaslığı ve insanî derinliği hâlâ yüreğinde taşıyan bir gönül ehli olduğunu bir kez daha hissettik. Onun varlığı, siyasetin ötesinde insaniyetin yumuşak sesini taşıyan bir yankıydı.
Ancak Arınç’ı farklı kılan yalnızca duygusal bağlarımız ya da siyasî başarıları değil; gerçekleri dile getirme konusundaki çekinmez tutumudur. Kimi zaman partisinin politikalarına açık eleştiriler yöneltmiş, kamuoyunun baskısına rağmen doğrularından geri durmamıştır. Bu haliyle, kendi içinde taşıdığı ahlâkî pusula hep doğruyu göstermiştir. Zira onun için siyaset, yalnızca iktidar değil; aynı zamanda adaletin, ahlâkın ve sorumluluğun mecrasıdır. Düşüncenin dikenli yollardan geçtiği dönemlerde bile sesini kısmamış; itidalin, hakkaniyetin ve vicdanın temsilcisi olmuştur.
Bugün geriye baktığımızda, Arınç’ın bıraktığı iz, koltuklarla veya unvanlarla ölçülemeyecek kadar derindir. Onun asıl mirası, temsil ettiği değerlere olan sadakatidir. Ve bu değerler, susturulmak istendiği zamanlarda bile ayakta kalmıştır. Bu yüzden, onu yalnızca bir dönemin siyasal figürü değil; aynı zamanda vicdani pusulası olarak anmak gerekir. Dileğim odur ki, ülkenin geleceğinde bu tür sesler eksik olmasın.