Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın en ağır tarihsel yüklerinden birini omuzladı: Holokost’un utancı. Bu suçluluk duygusu, on yıllar boyunca Almanya’nın siyasal ve kültürel hafızasının merkezinde yer aldı. Ancak bugün, bu tarihsel yükün ağırlığını hafifletme çabası, adalet duygusunu zedeleyen yeni bir ahlaki çıkmaza dönüşmüş durumda. Berlin yönetimi, geçmişte Yahudilere karşı işlenen insanlık suçlarının kefaretini, bugün Filistin halkına yönelik sistematik zulmü görmezden gelerek ödemeye çalışıyor.

Almanya’nın İsrail politikasına baktığımızda, rasyonel diplomasiyle değil, duygusal bir tarihsel telafi psikolojisiyle hareket edildiği görülüyor. İsrail’in Gazze’de uyguladığı abluka, sivil ölümler, yerleşim politikaları ve uluslararası hukukun açık ihlalleri karşısında Berlin, sessizliğini “tarihle yüzleşme sorumluluğu” kılıfıyla meşrulaştırıyor. Ancak bu tutum, aslında tarihle yüzleşmek değil; geçmişteki suçu başka bir halkın sırtına yüklemektir.

Almanya, antisemitizme karşı haklı mücadelesini Filistinlilerin yaşam hakkını inkâr etme noktasına taşımıştır. Bu, tarihsel suçluluk bilincinin ahlaki bir sapmasıdır. Holokost’un kurbanı olan bir halkın güvenliği, başka bir halkın özgürlüğü pahasına sağlanamaz. Gerçek yüzleşme, geçmişte işlenen zulmü başka bir zulümle dengelemek değil; insan onurunu evrensel bir değer olarak savunmaktan geçer.

Bugün Almanya’da Filistin’e destek veren sesler susturuluyor, etkinlikler yasaklanıyor, sanatçılar linç ediliyor. Bu baskıcı atmosfer, tarihsel travmayı onarmak bir yana, yeni bir entelektüel ve ahlaki felç hali yaratıyor. Holokost’un anısına saygı, ancak zulmün her türüne karşı çıkmakla mümkündür — kimden gelirse gelsin.

Almanya, geçmişin karanlık sayfalarını aydınlatmak istiyorsa, bunun yolu koşulsuz İsrail desteğinden değil, koşulsuz adalet ilkesinden geçiyor. Vicdan, diplomatik çıkarların ya da tarihsel utançların kalkanı değil; evrensel bir pusuladır. Ve bu pusula bugün Berlin’e, sessizliğin değil, insana dair bir duruşun gerekliliğini gösteriyor.

////