Babıali İstanbul'da sadece bir semtin adı değil, aynı zamanda köklü bir mesleğin, yaygın bir sektörün, yani gazeteciliğin de ismidir. Geçmişte dergilerin ve yayınevlerin de merkeziydi Babıali! Bugün gazeteler çoktan göç etti semtten. Dergiler, sağa sola dağılıverdi. Az biraz yayınevi kaldı Cağaloğlu'nda bir de bir kaç kitabevi... Semtin o saltanatı, o şa'şaası yok artık. Ama bir gün geri geleceklerini biliyorum, buna inandığım için semtte nöbet tutmaya devam ediyorum. Eski gazeteciler 'Babıali' kelimesini pek sever. Bilhassa fıkra muharrirleri bu tabiri kullanmaya bayılır. Ama genç gazetecilerin dilinde de yok, yazı ve haberlerinde de. Zira masal tadındaki o parlak dönemi hiç yaşamadılar.

Babıali'nin görünen ve görünmeyen kahramanları vardır. Vitrinde olanlar genelde eskiden 'fıkra muharriri' tesmiye edilen bugün ise 'köşeyazarı' lakabıyla anılanlardır. Hemen arkalarından muhabirler gelir. Artık onların da namı değişti, 'haberci' oldular. Neyse, dilin tabiî şekilde değişmesi makul ve makbul. Yeter ki güzel Türkçemize zoraki müdahaleler olmasın. Elbette gazetelerin patronları her zaman 'en büyük kahraman'lardır. Zira onlar sayesinde gazete çıkıyor, okuyucuya ulaşıyor. Patronları da ikiye ayırmak mümkün: 'Yazı yazanlar' ve 'kalem tutmayanlar'. Neyse o ayrı bir bahis...

SAYFA SEKRETERİ NE İŞ YAPAR?

Peki "Babıali'nin Gizli Kahramanları kimlerdir?" diyen meraklıları görür gibiyim. Evet hemen söyleyeyim: "Sayfa sekreterleri". Gazetenin mutfağında en yoğun çalışanlar, sayfaları hazırlayanlar, eksiği gediği kapatanlar, strese girenler sayfa sekreterleridir. Her ne kadar bazı gazeteler "düzenleyen" veya daha yeni, modern unvanlar yakıştırmaya kalksa da gazeteciler "sayfa sekreterliği"nden henüz vazgeçmiş değil. Basın sektöründe olanlar bilir ama mesleği uzaktan tanıyanlar için söyleyelim. Sayfa sekreteri, adeta gazeteyi 'kotaran' adamdır. Her gazetenin safya sekreterleri vardır. Sayıları da fazla değil aslında. Topu topu üç beş kişi. Hadi ortalayalım dört olsun. 20 sayfalık bir gazete paylaşıldığında her sekretere en az 5 sayfa düşer. Yani sayfa sekreteri yazıişlerinde bu sayfaların düzenlenmesinden sorumludur. Tabii pikaj montaj kalmadığı için bilgisayar operatörüne sayfayı tarif edecektir. Titiz sekreterler, önce kağıt üstünde çizer sayfasını, sonra uygulamaya koyar. Ama bazen buna da vakit bulamaz. Bilgisayarın başında oturan arkadaşının yanına ilişir, tarif edip sayfayı hazırlatır.

O KADAR DA KOLAY DEĞİL

Şimdi bazıları, "Ne olacak canım, bilgisayar devrindeyiz. Haberler ve yazılar dizilmiş halde geliyor, gazetecilere düşen de bunları sayfaya yerleştirmek..." diyebilir. Ama hakikaten kazın ayağı öyle değil. Zira gelen haberlerin ve yazıların okunması da sayfa sekreterine düşüyor. Çünkü artık gazetelerde "tashih servisleri" kalmadı, musahhihler de tarihe karıştı. Hadi haber düzgün, yazı hatasız gelmiş diyelim. Bu sefer de haber ve yazıların uzunluğu uğraştırıyor. Ajanslardan gelen haberler ve yeni muhabirlerin haberleri rahatça tırpanlanabilir belki hatta "kuş"a bile çevrilebilir. Peki ya yazarlar? Kendimden bilirim yazarların da maşallahı var, yazılarına nokta koymazlar. Yazar da yazarlar. Ucu bucağı olmayan manzume gibi gelir köşeyazıları. Sayfa sekreterlerinin sanırım en büyük dertlerinden biri de yazarlara laf anlatabilmek. Yazarlar umumiyetle kaleme aldıkları her yazının "basındaki en kıymetli yazı" olduğuna yürekten inanır. Buna şartlanmışlardır adeta. Dolayısıyla değil bir satırına, bir harfine bile dokunulmasını istemezler. Peki ya, yazı sayfaya sığmıyorsa! Ya sekreter, yazıyı sayfaya sığdırmak için alan bulamıyorsa, kan ter içinde kalıyorsa! Bu hal, umurunda olmaz bazı yazarların. "Puntoyu küçült kardeşim, ama yazıdan kesme!" der. Peki 6 puntoya düşürüldü diyelim. Okuyucu nasıl sökecek yazıyı? Gözlük yetmez, büyüteç ihtiyaca cevap vermez.

DEVAMI İNTERNET SAYFAMIZDA..

Zannediyorum sayfa sekreterlerini rahatlatan en çarpıcı uygulama artık gazetelerin internet sitelerinin de yayımlanıyor olması. Dolayısıyla bu tatbikat, sayfa sekreterlerine "ilaç gibi" geldi. "Destan yazılar" geldiğinde hemen makul yerde kesiyor ve altına "devamı.... gov.tr de" deyip okuyucuları bilgisayara havale ediyor. Ne yapsın? Avukatları değilim ama inanın sayfa sekreterleri bunu bilerek isteyerek yapmıyorlar. Onlar da yazarlarının kırılmasını, incinmesini istemezler ama zaruret... Bir ara köşemin tam altına bir çiğköfteci musallat olmuştu. Uzun yazıyordum, yazım bitmeden internete havale ediliyordu. Altta kutu içinde çiğköfte ilanı. "Bu ilanı başka sayfaya alsalar..." diyeceğim ama diğer sayfalarda da ilan çok. Sekreterlerimiz de haklı olarak ilanları paylaşıyorlar. Hepsini de bir sayfaya toplayamazlar ki... O zaman da gazete "ilan gazetesi" oluverir. Hadi küçük ilana itiraz etmeyelim ama bazen kocaman ilanlar gelir. Köşe yazarı ertesi günü büyük bir heyecanla bayiye gider, gazetesini alır, aşk ile şevk ile sayfaları incelemeye başlar. Yok, yok. Spor sayfalarına kadar tetkik eder, hatta "Belki arka sayfaya koymuşlardır." düşüncesiyle ve son bir ümitle inceler. Büyük bir hayal kırıklığı onu beklemektedir. "Farketmemiş olabilirim." diyerek ikinci kez gazeteyi inceler, yok. O anda hemen cep telefonuna sarılır. Sayfa sekreteri, zaten teyakkuzdadır, hazır kıta beklemektedir: "Ya ilanlar geldi, yarın kullanırız inşallah. Bir de malum sayfa sayımız azaldı." Meşhur söz: "İlan için kesilmeyecek yazı yok!"

ALIN TERİ VE GÖZNURU DÖKÜYORLAR

Sayfa sekreterleri zanneder misiniz ki hep aynı sayfaları yaparlar. Aslında belki ideali odur. Ama sadece emekliliği yaklaşan nazlı sekreterler tek sayfayı seçip ona devam ederler. Mesela bizim merhum Mustafa Cengiz abimiz çalıştığımız gazetede yalnızca "kültür sanat" sayfası yapardı. Arada bir gazetedeki dostları arıyorum. Süleyman Karakulluk ağabey, "Şimdi spor sayfasını yapıyorum." diyor. Demek ki, kültürden spora, ekonomiden dış siyasete kadar neredeyse pek çok sayfaya el atıveriyor dua edilesi emektar sekreterlerimiz.

Biliyorum biraz güzelleme oldu bu yazı ama sanırım şimdiye kadar onlar hakkında yazan pek olmadı bu alemde. Biraz tenhada kaldılar, "selamet der kenarest" diyerek gölgeye çekildiler. Hep mütevazı oldular. Gazetenin en çok sorumluluk isteyen sayfası birinci sayfadır; haliyle kıdemli ve tecrübeli sekreterin uhdesindedir. Kimisi zaman içinde köşe yazarlığına bile geçebiliyor, hatta gazetenin genel yayın yönetmenliğine yükselen eski yeni pek çok gazeteci de tanıyorum. Elbette haklarıdır. Her meslekte ilerleme olur. Aynı sektörün farklı bölümlerinde çalışmak normaldir. Yalnız, başladığı yerde istikrarla duran ve "sayfa sekreteri" olarak emekli olan gazetecilerin de haddi hesabı yok.

"ABİ, BİZ KİMSE DEĞİL MİYİZ?"

Yeri geldi, birlikte çalıştığımız bir ağabeyimizin hatırasını anlatayım. Allah'ın rahmetine kavuşan Mustafa Cengiz Öztürk ile Türkiye gazetesindeyiz. Ben kültür sanat sayfasının yönetmeni, o da sekreteri. Ekrem Kaftan ve Mehmet Göze ile birlikte aynı odadayız. Bir gün yazıişlerinden genç bir gazeteci gelir, kapıyı açar, etrafa bakar. Odada sadece Mustafa abi vardır ve sayfasını çizmektedir. Delikanlı, "Abi kimse yok mu?" diye sorar. Üçümüzü soruyor. Merhum Mustafa abi, o çelebi haliyle gözlüğünün üstünden gence bakar ve "Abi biz 'kimse' değil miyiz?" der. Delikanlı hatasını anlar, özür diler.

40. senesine ulaştığım gazetecilik hayatımda çok değerli sayfa sekreterleri tanıdım, onlarla çalıştım. Hepsi iyi, kalender ve çelebi insanlardı. Vefat edenleri rahmetle anıyorum, yaşayanlara sağlıklı, huzurlu, bereketli ve hayırlı ömürler diliyorum. Hatırlayıverdiğim sayfa sekreterlerimizin isimleri, alfabetik olarak şöyle: Ali Çorbacı, Bünyamin Ateş, Cahit Hınıslıoğlu, Erol Bilem, Erol Türegün, Ethem Tiryaki, Hasan Karakaya, Hurşit Akyıl, Hüseyin Demirel, Kasım Baydemir, Kazım Naci Doğan, Keramettin Aşmaz, Mustafa Bilim, Mustafa Cengiz Öztürk, Süleyman Karakulluk, Ünal Sakman, Yücel Sarı, Ziya Belviranlı.

Yazım bitti, gazeteye gitti. Şimdi telefona sarılıp aziz dostuma sorma vakti: "Alo, yazım ve fotoğraflar geldi mi?" Cevap şahane: "Geldi geldi, kullanıyoruz." Rahat bir nefes alıyorum: "Şükürler olsun, diğer yazıya Allah Kerim."