Milletlerin kalbini birleştiren şey bazen bir sessizliktir, bazen de bir kalp atışıdır.
Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız bir sağlık haberi, politik kutuplaşmanın kıyısında biriken yorgun toplum ruhuna kısa ama etkileyici bir nefes oldu. Sırrı Süreyya Önder’in geçirdiği kalp krizi ve sonrasında gelen “iyi haber”, bu ülkenin dört bir yanından yükselen içten dualar ve temennilerle adeta birleştirici bir yankıya dönüştü. Farklı görüşlerden, farklı inançlardan, farklı geçmişlerden insanlar, bir anlığına ortak bir kalp etrafında birleşti: “İyi olsun.”
Siyaset, çoğu zaman ayrıştırır. Ama bazı siyasetçiler vardır ki, sözleriyle değil yürekleriyle köprü kurarlar. Sırrı Süreyya Önder, sadece bir politik figür değil; aynı zamanda şiirin, mizahın ve hümanizmanın diliyle halklar arasında bağ kurmaya çalışan bir barış elçisidir. Onun dili, bir kabile dili değil; Anadolu’nun, Mezopotamya’nın ve yüzyılların yorgun ama dirençli halklarının ortak vicdanıdır. Onun başına gelen, sadece bireysel bir sağlık sorunu değil, kolektif bir hassasiyetin harekete geçmesidir.
Barış…
Ne garip kelime. Herkesin istediği ama kimsenin kolay kolay cesaret edemediği bir mucize. Ve ne acıdır ki, barışı savunanların kalpleri çoğu zaman yorgun düşer. Belki de bu yüzden, tarihin barış elçileri hep narindir, ama sesleri derindir.
Barışın elçileri, tarih boyunca hep incitilmiş, anlaşılmamış ama sonunda iz bırakmış insanlardır. Onlar; ısrarla “kan değil, kelam; silah değil, selam” diyenlerdir.
Tarihten örnek vermek gerekirse, Selahaddin Eyyubi’yi anmadan geçemeyiz. Kudüs’ü fethettiğinde tek bir kiliseye bile dokunmayan, tek bir cana kıymayan bu büyük komutan, gerçek bir barış neferiydi. Bugün Batılı tarihçiler bile, onun adaletini ve hoşgörüsünü hayranlıkla anlatıyor. Çünkü barış, sadece konuşarak değil; adaletle, merhametle ve vakar ile inşa edilir.
Hz. Muhammed (sav) Efendimizin Hudeybiye Antlaşması’nda sergilediği vakur tavır da barışın en yüce örneklerindendir. Müslümanlar o antlaşmadan kısa vadede zarar görmüş gibi görünse de, uzun vadede İslam’ın gönüllerde kök salmasının kapısı o sabır ve dirayetle aralanmıştır. Barış, çoğu zaman kaybetmek gibi görünür; ama aslında gönülleri fethetmenin yoludur.
Bugün dünya, iç savaşlarla, göçlerle, zulümlerle kıvranıyor. Orta Doğu’dan Afrika’ya, Ukrayna’dan Gazze’ye kadar çocuklar ölüyor, kadınlar ağlıyor. Batı’nın çifte standardı ve çıkar odaklı düzeni, barışı sadece kâğıt üzerinde bırakırken; bizler, köklerimizden gelen adalet anlayışıyla hem mazlumu gözetmeli hem de iç barışımızı korumalıyız.
Sırrı Süreyya Önder, herkesin kabul ettiği gibi edebi yönü güçlü, kelamı ince, halkla temas kurabilen bir isim. Siyasi duruşu bir kenara; Meclis’te her kesimle kurduğu samimi ilişkiler, onun farklılıklar içinde ortak vicdana hitap edebildiğini gösterdi. O gün yaşadığı sağlık sorunu karşısında AK Parti’den, MHP’den, DEM’den, CHP’den gelen geçmiş olsun mesajları, siyasetin en ihtiyaç duyduğu o sıcak dili yeniden hatırlattı bize: İnsanlık dili.
Barış, sadece savaşın bitmesi değildir. Barış, evladını sabaha tok gönderebilen bir annenin huzurudur. Barış, ezanla çan sesinin aynı semada birbirine düşman olmadan yankılanmasıdır. Barış, bu ülkenin hem Türk’ünün hem Kürt’ünün, hem Müslüman’ının hem gayrimüsliminin ortak yüreğinde Allah’a yönelerek huzur aramasıdır.
Bu toprakların hafızası; Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü, Mevlana’nın “Gelin, ne olursan ol yine gel” çağrısını ve Yunus Emre’nin “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” dizelerini taşır. Bunlar sadece şiir değil; bir milletin barış kodlarıdır.
Bugünlerde yeniden bu kadim seslere kulak vermemiz gereken bir dönemdeyiz. Sırrı Süreyya Önder’in kalbiyle ilgili yaşadığı bu olay, belki de bizi yeniden birbirimize yaklaştırmak için bir vesiledir. Kalpler kırılmadan, millet yıkılmadan, çocuklarımız daha fazla ağlamadan barışın kalıcı dilini konuşmalıyız.
Ve unutmayalım…
Barış, kahramanlık isteyen bir yoldur. Barış, yeri geldiğinde içindeki öfkeyi dizginleyebilmek, yeri geldiğinde hakkı savunurken adaletten sapmamaktır.
Bu toprakların vicdanı, hâlâ yaşıyor. Ve o vicdan, bir kalp kriziyle yeniden hatırlandıysa, demek ki umut tükenmemiştir.