Çiçekleri sevmiyorsanız bahçıvanlık yapmayın. Kim neyi seviyorsa o işi yapsın. Kim neye ilgi duyuyorsa hayatını ona adasın. Kim hangi dili biliyorsa onu konuşsun. Kim neden keyif alıyorsa vaktini onunla geçirsin. Dünyayı güzelleştirmenin tek yolu bu… Hayatı kolaylaştırmanın, insanca bir dünya kurmanın yegane yolu buradan geçiyor. İşini seven, sevdiği için hakkıyla yapan ehil insanlara ihtiyaç var. Ata et, aslana ot vermemeli.

İçine sevginin karıştığı bütün uğraşlar kıymetlidir. Sevgi, yapılan işe renk katar, onu derinleştirir, güzelleştirir ve karşılığını uçlarda temsilde verir. Toprağın altına sevgiyle yerleştirilen tohum daha kolay çatlar. Köküne sevgiyle yürüyen fidanın gövdesi sağlam olur. Gövdesi sağlam olan fidanın yaprakları gürbüz olur. Yaprakları gürbüz olan ağacın meyvesi tatlı, gölgesi serin olur. Ve bütün bunları sevgiyle yapan insan, bahçeyi bahçeye dönüştüren bahçıvan geriye çekilip derin bir oh çekebilir, elleriyle büyüttüğü ağacın gölgesinde huzurla uyuyabilir, gururla “işte bu benim eserim” diyebilir. Her iyi bahçıvanın yüzünde yetiştirdiği çiçeklerin rengi vardır.

Elbette kötü bahçıvanlar da var, yaptığı işi sevmeyenler… Sanki zorla gönderilmişlerdir bahçenin başına. Sanki zorla fidanlardan sorumlu bahçıvan olarak atanmışlardır. Metal eller, çiçek gövdesine dokunmayı bilmez ve çiçekler bunu bilir. Çiçekler bahçıvanın iyi mi kötü mü, ehil mi naehil mi olduğunu anın da anlar. Ona göre açar veya açmazlar. Ona göre dallarda parıldar veya solarlar. Bir aynadır bahçe ve bahçıvan. Bahçıvan bahçeye sevgiyle bakmadığında bahçeler tebessüm etmez ve tebessüm etmeyen bahçelerden çiçek kokuları yükselmez. Kendisini yorduğu gerekçesiyle bahçesine hoyratça bakan insanın tarlasında ayrık otları, sarmaşıklar, asalaklar çiçeklerden ve meyvelerden daha görünür hale gelir. Asalakların kıymet gördüğü bahçelerde fidanlar çiçek açmayı bırakmasın da ne yapsın?

Dahası da var, kendini yorduğu için bahçesine düşman olan bahçıvanlar… Elini kanattığı için güllerin boynunu vuran bahçıvanlar… Karanfil kokusunu yok etmek için bahçeye barut kokusu salanlar… Yanlış toprağa yanlış fidan diktiği halde suçu fidanın kendisine atarak onu kökünden koparıp atan bahçıvan elbette kötüdür. Yeterli emeği vermediği halde ondan semere bekleyen, olmayınca onu hoyratça kesip doğrayan bahçıvan da öyle… O oraya yakışmadı, bu buraya olmuyor deyip varlığıyla, rengiyle, kokusuyla, meyvesiyle o bahçeyi bir renkler, kokular ve tatlar şölenine çeviren ağaçların yerine tek tip ağaçlar dikmeyi düşünen, öteki renkleri tek bir rengin kölesine dönüştüren bahçıvanları da eklemeli… Ama galiba bunların içinde en kötüsü bahçesine düşman olan, kinle bakandır. Öfkenin yeşerttiği tek bir bahçe var mıdır? Toprağın üzerine beton döken, çimenin yerine fayans döşeyen adamları nasıl sevsin bahçeler? Çizmelerin, potinlerin ezdiği kökler elbette yeşeremeyecek. Hoyrat parmakların arasında sıkılıp duran yapraklar elbette kuruyacak. Daha çiçeğe yeni durmuşken kasırgaların döktüğü tomurcuklardan kim, nasıl meyve vermesini bekleyebilir ki?

Nadir de olsa şanslı bahçeler de var. Bahçıvanlarının kendilerini bahçelerinden sorumlu addettiği, ona hayranlıkla baktığı şanslı, huzurlu bahçeler de… Ve onlar, o bahçıvanlar bilirler ki bir bahçıvan ne kadar uz görüşlü, ne kadar vicdanlı, ne kadar merhametli ne kadar sevgi doluysa bahçe de bir o kadar serpilir, bir baştan ötekine çiçek kokusuna kesilir. Kuşların da arıların da hatta rüzgarın bile uğrak yeri olur böylesi bahçeler. Nereden geçerse geçsin insanlar bir yolunu bulup o bahçelere uğramak, o bahçelerde eğleşmek, o bahçelere keyifle bakmak ister. Cennetten bir sahnedir bahçıvanlarının bahçelerine sevgiyle, bahçelerinin bahçıvanlarına hayranlıkla baktığı memleketler.

Uz görüş, bir bahçıvan için hangi bitkinin hangi iklime uygun olduğunu, bahçenin hangi köşesine hangi fidanın dikileceğini, hangi mevsimde nelerin yapılması gerektiğini bilmektir. Yanlış toprağa yanlış bitki dikilmemiş olur böylece. Vicdan her çiçeğe hak ettiğini vermek, sarmaşıkları çiçeklerden, çiçekleri meyvelerden ayıran özellikleri bilmek ve her birine hak ettiklerini hak ettikleri kadar vermek demektir. Kimin ne kadar suya ihtiyacı varsa ona o kadarını vermektir. Kimin ne kadar ışığa ihtiyacı varsa onu ayarlamaktır. Kim ne kadar suya gereksinim duyuyorsa onu adaletli biçimde dağıtmak, böylece bataklık zambaklarıyla yaban gülleri arasındaki nem dengesini korumaktır. Merhamet ise bahçeyi güzelleştiren fidanları onu yetiştiren toprağı, o toprağa dokunan ışığı, o ışığın içinde eğleştiği suyu kıymetlendirmek, her bakışta onların gerisindeki iradeyi görerek ona göre davranmaktır. Hiçbirinin incinmesine izin vermemek, sert rüzgarlara kendini siper etmek, aşırı yağmurlara şemsiye olmak, çorak zamanlarda gölgesini seferber etmektir. Kendisine yakın olan çiçekleri besleyip uzakta kalanları kurumaya terk etmek neyin nesidir?

Hakikat şu ki bahçıvanlar ölür, bahçeler kurur. Bu dünya hiçbir canlının sonsuza kadar yaşayabileceği bir sahne değil. Bahçelerden geriye kalan “bir zevk-i tahattur”dur olsa olsa. O tahattur zevkini çiçeğe, bahçeye, kurda kuşa zehir edenler hayatı zehirleyenlerdir. Çiçeği sevmediği halde bahçıvanlığa soyunanlar dünyanın kökünü kurutuyor. Her gün bahçeden bir başka renk, bir başka tat, bir başka gölge eksiliyor. Ağızlarından nefret alevleri fışkıran, kendi gölgesiyle bile kavga eden bahçıvanlar yere düştüğünde bilsinler ki gölgeleri de kendileriyle birlikte yere kapaklanacak ve mezarlarına gölge kılacakları tek bir ağaç kalmayacak. Dünyanın bahçeleri hızla kuruyor çünkü bahçıvanları kötü olduğu kadar merhametsiz, merhametsiz olduğu kadar gaddar, gaddar olduğu kadar beyinsiz…