Eylül kırılgan bir ay. Hüznü ve umudu aynı anda taşır. Omuzlarında hem hüznü hem de umudu aynı anda taşır Ekim ayına vardık sayılır. Çok dönemeçli, çok dolambaçlı yollardan sonra nihayet sonbaharın serin sularına ulaştık. Müspet ve menfi yanlarımızla yazın kavurucu sıcağından sıyrıldık. Fertlerin ve toplumların hayatlarında daima kırılgan zamanlar ve çok dolambaçlı dönemeçler vardır. Tıpkı yaşadığımız mevsimlerin döngüsü gibi bireylerin ve toplumların hayatında da daima zorlu, kırılgan zamanlar ve çetin dönemeçler bulunur. Her zorlu dönemin ardından yeni bir başlangıç ve tazelenme fırsatı gelir.

O halde taze ve dingin bir ruh haliyle sözümüzü artık yüksek perdeden söyleyebiliriz. Bir zamanlar bize sıkça dayatılan bir söz vardı:

"Eski hal muhal, yeni hal izmihlal."

Bu sözle, bu katı ifadeyle anlatılmak istenen şuydu: "Eskiye dönüş neredeyse imkânsız. Ya yeni duruma tamamen ayak uyduracağız ya da yok olup gideceğiz." Bu dogmatik anlayışın karşısında sadece iki seçenek olduğunu öne sürüyordu: Ya tamamen uyum ya da tamamen kayboluş. Oysa hayat, bu kadar keskin ve basit ikili değil. Eskiyle yeninin harmanlandığı, geçmişin bilgeliğinden ders alıp geleceği özgürce şekillendirdiğimiz, o üçüncü bir yol daima vardır.

Bir zamanlar Mavi Marmara gemisi, zulüm altında inleyen Filistin’e, o bağrı yaralı Gazze’ye bir umut taşımak için denize açılmıştı. Rota, Gazze’ye çevrilmişken uluslararası sularda insanlıktan nasibini alamamış karanlığın kalleş bekçileri tarafından saldırıya uğradı. Şehitlerimiz, yaralılarımız oldu. Yaralılarımız günlerce sorgu ve işkencelerden geçti.

İsrail, bu saldırısıyla şu mesajı vermeye çalıştı. "Bir daha bu tür bir eyleme teşebbüs edemeyeceksiniz ve eski hâlinize de asla dönemeyeceksiniz." Nitekim Netenyahu söyleyeceğini açıkça söyledi: "Osmanlı bir daha kurulmayacak!" Dünya için, bölge ülkeleri için “Osmanlı” bir ideal olmayabilir. Ancak, temsil ettiği adil düzen modeli ve sunduğu kapsayıcı şemsiye, acilen ve hemen şimdi gereklidir. Şayet "Dünya beşten büyüktür." diyorsak, bunun arkasında köklü bir bilgimiz ve tecrübemiz var, demektir.

İşte bu yüzden Mavi Marmara olayı tıpkı eylül ayı gibi kırılgan geçti. Yüreklerimizde derin bir hüzün bıraktı ve etkisi yıllarca sürdü. Ardında Medleen gemisi de dönemeçli, dolambaçlı yollardan Gazze’ye ulaşmaya çalıştı. Ancak ona da izin vermediler. Bu arada Siyonistler, bir daha kimsenin Gazze’ye bir parça ekmek dahi getiremeyeceği kanısı da yıkılıp gitti. Üstad Sezai Karakoç diyordu ya “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” Şimdi tüm o yenilmişliklerin ve yıkılmışlıkların enkazında beynelmilel bir güç doğdu: Adı Sumud Filosu. Filistin'de kullanılan “sumud” kavramı, Arapçada “sabırla dimdik durmak, toprağa kök salmak” anlamına gelmekteymiş. Oysa "eski hâl muhal, yeni hâl izmihlal" diyenler, “sabır” kavramına da irtifa kaybettirmişlerdi. Onların dilinde sabır; köşeye çekilip ölümü beklemek, kenarda durup selamete ermek şeklinde, yanlış yorumlanıyordu. Oysa Sumud, Arapça'da direnişin ve sarsılmaz duruşun eş anlamlısıdır.

Sabır, direnenlerin şiiridir. Bu derin anlayışla Şair Nurullah Genç üstadımıza selam olsun. Yıllar önce Sabır Şiirleri Antolojisi hazırladığımda bana başlığı “Direnenlerin Şiiri” adlı bir şiir göndermişti. Sebebini sorduğumda “Sabır, direnmektir.” demişti. Edebiyat fakültesinde okurken Beyazıt Meydanında elini havaya kaldırıp “Direnecek miyiz?” diyen Orhan Şefik üstadımıza da selam olsun. O zamanlar direnmiştik kökü dışarıda olanlara.

Şimdi de direneceğiz. Sumud’la direneceğiz. Yelkenlerimiz vurulsa da…

Not: Bu yazının son paragrafını Niğde’de şair Mehmet Baş üstadımızın evinde yazmak bize nasip oldu. Şiir tadında kalınız.