Bu hafta, dış politikanın yoğun ve kasvetli gündeminden sıyrılıp edebiyatın huzurlu iklimine dalmak istedim. Papa’nın Türkiye ziyareti, İsrail’in Filistin’de devam eden vahşeti, Rusya-Ukrayna savaşı, Karadeniz’in güvenliği, Amerika ile Venezuela arasında artan gerilimler vesaire, vesaire..Bu konuların hepsi elbette önemli. Ancak bazen olayların yoğunluğu sanki zihnimi bir mengenede sıkıştırır. Böyle anlarda kendimi hemen edebiyatın, sanatın iyileştirici kollarına atarım. Kâh bağlamanın tellerine, kâh bir hikâyenin sayfalarına gömülürüm. Geçen hafta Türk edebiyatının yaşayan klasiklerinden Mustafa Kutlu’nun Dergâh Yayınlarından çıkan ‘’Ezanı Beklerken’’ yeni hikâye kitabının sayfalarına gömmüldüm.
Kutlu’nun tüm hikâyelerinde görüldüğü gibi, ‘’Ezanı Beklerken’’ hikâyesi de insanı gündemin gürültüsünden alıp bambaşka bir âleme taşır. Bunu sadece bir kaçış olarak düşünmeyin. Zira Kutlu’nun cümleleri insanın bakış açısını tazeler, ruhunu dinlendirir. Hikâye, Ailelerin rızasını almadan evlenen bir çiftin köyden kaçıp ‘’Hayal Otel’e’’ sığınmasıyla başlar. Ancak otelin sakinlerini tanıdıkça hikâye derinleşir. ‘’Pala dayı’’ karakteri üzerinden Anadolu insanın iyiliği, merhameti, sabrı, dostluğu ve vefası işlenir. Bu değerler, okurun duygusal ve sosyal gelişimine katkı sağlar.
Mustafa Kutlu’nun bütün eserlerinde olduğu gibi, sadelik içinde derinleşen bir dili vardır. Bu hikâyede de bu husus kendini gösterir:
‘’Sanki gök yarıldı.
Öyle bir yağmur boşandı. Şimşekler, yıldırımlar birbirini kovaladı. Camlarda, çatılarda bir şakırtı, bir patırtı, bir cümbüş.
Nasıl bir sağanak?
Bu kadar olur yani. Çeyrek dakika sürse, etrafı sel götürür.’’
Görüldüğü gibi fazla süse kaçmayan, okuyucuyu yormayan, arı duru ama güçlü bir anlatım var. Kutlu’nun hangi eserini okusam sanki karşımda konuşuyor hissine kapılırım. Onun eserlerinde doğa olayları sıkça işlenir. Kutlu için doğa, sadece bir arka plan değil; aynı zamanda hikâyenin anlamını, atmosferini ve karakterlerin iç dünyasını zenginleştiren güçlü bir unsurdur. Böylece Kutlu, doğa tasvirleriyle okuyucunun zihninde güçlü imgeler yaratır. Bu da Kutlu’nun hikâyelerini unutulmaz kılar. Ayrıca Kutlu, hikâyelerinde olaylar üzerinden, okurun ruhunu, dünyaya bakışını ve hayatla kurduğu bağı şekillendirir: ‘’İnsan kendini beğenmez ise götürüp denize atar denilmiş. Yani dünyadan vazgeçmek o kadar kolay değil. Evet, bir ‘’an’’ içindir.
Ya sonra?
Sonrası şu: Herkes tuttuğu işin, beslediği hayâlin, arzunun kulpuna yapışır.
Hayat güzeldir.
Gözün görüyor, elin tutuyor, nefes alıp verebiliyorsan hayat güzeldir.’’
Kutlu, diğer hikâyelerinde olduğu gibi burada da hayatı sevdirir. Pozitif duygu, hayatı güzelleştirir. İnsana iyi gelen hikâyeler, okura yakın ve sıcak hissettirir. Bu da Kutlu’nun daha çok okumasına yol açar.
Mustafa Kutlu, eserlerinde ‘’kalp’’ temasını sıkça işler. Bu eserde de aynı temayı görüyoruz:
‘’Peki, ne yapmak lazım?’’
Kalbin sesini dinlemek lazım.’’
Kutlu, eserlerinde insanın iç dünyasını merkeze alır. Kendisi bir gönül adamı olduğu için, ‘’kalp’’ onun için, hem sembolik bir unsurdur hem de düşünsel bir yerdir. Kutlu’ya göre, insanı anlamanın, toplumu çözmenin ve varoluşu kavramanın yolu kalpten geçer. Çünkü Kutlu, kalbi yok sayan modern hayatın aksine irfan geleneğinin izinde kalbin sezgisel gücüne inanır.
Kutlu’nun hikâyeleri farklı konuları işlese de hepsi insanı aynı soruyu sordurtur: Yüreğin sesini duyabiliyor musun? Bence eserlerinin gücü buradan gelir. Mustafa Kutlu’nun ‘’Ezanı Beklerken’’ hikâyesinde sadece birkaç kapısını aralayabildim. Geri kalanı meraklı okuyucuların dikkatine bırakıyorum..