Osmanlı İstanbul’unda su yalnızca bir ihtiyaç değil; estetik, temizlik ve mimari zarafetin bir parçasıydı. Şadırvanlar ise bu su kültürünün avlulara bıraktığı en zarif imza oldu.
İstanbul’un cami avlularına girildiğinde önce suyun sesi karşılıyor insanı… Yalnızca bir temizlik unsuru değil bu ses; aynı zamanda bir medeniyetin nefesidir. Asırlardır şehrin ibadet hayatını ayakta tutan şadırvanlar, bugün hâlâ hem tarihî hem estetik değerleriyle dikkat çekiyor. Şadırvan; üstü kubbe, konik ya da piramidal çatıyla örtülü, çevresi musluklarla donatılmış ortasında fıskiyeli havuzu bulunan geleneksel abdest yapısı olarak biliniyor. “Şad-Revan” kelimesinden gelen şadırvan, “neşeyle akıp giden su” anlamını taşıyor. Uzmanlara göre şadırvanlar yalnızca temizlik için değil, avluyu serinletmesi, hava akışını artırması ve caminin içine ferahlık taşımasıyla da mimarinin önemli parçaları arasında.
İLK ŞADIRVAN FATİH CAMİİ’NDE İNŞA EDİLDİ
Osmanlı’da şadırvan adı verilen ilk yapı, 1470 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan Fatih Camii avlusunda ortaya çıktı. Vakıf kayıtlarında “hurşîd-nişan şadırvan” olarak geçen bu yapı, sonraki tüm dönemlere model oldu. Bugün İstanbul’da yapılan sayımlara göre 120’den fazla tarihi şadırvan bulunuyor.

ŞADIRVANI DEĞİŞTİREN YENİLİK: İLK OTURAK TAHTASI EYÜP’TE
Şadırvanların en dikkat çekici hikâyelerinden biri Eyüp Sultan’da gizli… 1545’te yaptırılan Münzevî (Süleyman Subaşı) Camii, Osmanlı’da ilk oturak tahtasının kullanıldığı yer olarak biliniyor. Tarihçi Ayvansarayi, Hadîkatü’l-Cevâmi’de bu yeniliğin banisi Süleyman Subaşı’na ait olduğunu şöyle anlatır: “Oturak tahtası denilen ayak tahtası bu mescidin banisi Süleyman Subaşı tarafından icat edilmiştir.” Oturak sistemi; suyun sıçramasını engellemek, su israfını azaltmak ve daha rahat abdest almak için kısa sürede İstanbul’un diğer şadırvanlarına da yayıldı.
İSTANBUL’UN EN DİKKAT ÇEKEN ŞADIRVANLARI
Şehirdeki birçok cami, mimarisi kadar şadırvanlarıyla da öne çıkıyor: Eyüp Sultan Camii: Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırıldı; bugünkü görünüm III. Selim döneminden. Fatih Camii: Osmanlı’daki ilk örneğin gölgesini taşıyan erken klasik şadırvan.Bayezid Camii: II. Bayezid devrinin sade ve işlevsel yapısı. Şehzade Camii: Mimar Sinan’ın çıraklık döneminin zarif mermer havuzlu şadırvanı. Süleymaniye: Sinan’ın klasik şadırvan yerine “su köşkü” tasarladığı tek cami. Mihrimah Sultan – Üsküdar: Mermer işçiliğiyle öne çıkan ince bir Sinan eseri. Kılıç Ali Paşa: Sekiz sütunlu kubbeli yapısıyla klasik dönemin en estetik şadırvanı. Valide-i Atik – Üsküdar: Nurbanu Sultan’ın külliyesinde birden fazla şadırvan bulunuyor. Sultanahmet Camii: Altı sütunlu zarif klasik form. Yeni Cami: Safiye Sultan’ın başlatıp Turhan Hatice Sultan’ın tamamladığı ihtişamlı şadırvan.

ŞADIRVANLAR ÇEŞMELER KADAR KORUNMUYOR
Tarihî yapılara dair çalışmalar, şadırvanların çeşmeler kadar korunmadığını, birçok yapının ihmal edildiğini ortaya koyuyor. Uzmanlar, taş işçiliği, mermer oyma, hat sanatı ve su estetiğini bir arada taşıyan bu yapıların acilen koruma altına alınması gerektiğini belirtiyor. Bazı yıkılmış şadırvanların, mevcut gravür ve fotoğraflarla yeniden inşa edilebileceği ifade ediliyor. İstanbul’un şadırvanları yalnızca taş ve sudan ibaret yapılar değil… Bir su kültürünün, bir temizlik terbiyesinin, bir mimari inceliğin bugüne ulaşmış temsilcileri. Her biri, avlulara düşen bir tarih damlası gibi…Bugün yapılması gereken tek şey ise bu mirası tanımak, korumak ve gelecek nesillere aktarmak.