Kişisel gelişim kitapları ve öğretileri, günümüz toplumunun kırılgan noktalarına ustalıkla dokunur. Yorulmuş ruhlara teselli, öfkeli kalplere huzur vadeder. Ancak bu aldatıcı iyimserlik, aslında modern çağın en büyük yanılsamalarından biri olabilir. Gerçekten de affetmenin, tevazunun ve iyiliğin sınırsız bir güç olduğu fikri, bireyin kendi sınırlarını aşındıran bir zehir değil midir?
Kişisel gelişim guruları, “Bağışla ki özgürleş” diye kulağımıza fısıldar; ancak bu önermenin ardında büyük bir yanlış yatmaktadır. Affetmenin her zaman erdem olduğu fikri, ahlaki bir diktaya dönüşerek insanın kendisine yaptığı en büyük ihanet haline gelir. Çünkü affetmek, bazen zalime verilen açık bir çek gibidir. Suçu ve kötülüğü normalleştiren, sınır ihlallerini teşvik eden bir mekanizmadır. Örneğin, sürekli manipülatif davranışlar sergileyen bir aile üyesini, “o senin akraban, affet” düşüncesiyle affetmek, o kişinin size karşı tavırlarını daha da kötüleştirmesine zemin hazırlayabilir. Ya da iş yerinde sürekli emeğinizi sömüren bir yöneticiyi, “iyi insan ol” düsturuyla affetmek, sizi daha fazla istismara açık hale getirebilir. Bu, kendini korumanın, hesap sormanın ve adalet arayışının önüne set çeken bir yanılsamadır.
Tevazuya gelince, “Mütevazı olan yükselir” diyenler, genellikle yükselmeyi sessizce geri çekilmek olarak tanımlar. Oysa gerçek dünyada alçakgönüllülük sıklıkla güçsüzlükle eşdeğer tutulur. Bir bireyin sürekli olarak geri planda kalması, sesini kısmaya zorlanması, başkalarına alan açarken kendinden vazgeçmesi ne zaman erdem haline geldi? Örneğin, kariyerinde ilerlemek isteyen birinin, fırsatlar karşısında “benim sıram değil” diyerek geri çekilmesi, genellikle terfi etmesini değil, başkalarının yükselişini izlemesini sağlar. Ya da bir tartışmada, kendi doğrularını savunmak yerine, ben alttan alayım diyerek sürekli susmak, uzun vadede kişinin özsaygısını zedeleyebilir ve başkalarının onu ciddiye almamasını beraberinde getirebilir. Kendi değerini bilinçli bir şekilde korumak, tevazudan daha gerçek bir güç gösterisi değil midir?
Kişisel gelişimin en büyük sahtekârlığı ise insan doğasını göz ardı etmesidir. Hemen herkese aynı reçeteyi yazan bu kitaplar ve öğretiler, bireysel farklılıkları görmezden gelerek tek tip bir insan oluşturma çabasına girişir. Halbuki insan psikolojisi, tek bir doğruya indirgenemez. Kimileri affederek iyileşir, kimileri ise affettikçe tükenir. Örneğin, tacize uğramış bir mağdura, “sen affet ki iyileş” demek, o kişinin travmasını derinleştirebilir ve adalet arayışına engel olabilir. Tam tersine, bazı insanlar, geçmişteki haksızlıkları affetmeyerek, bu durumu bir motivasyon kaynağına dönüştürür ve kendi başarılarını bu direniş üzerine inşa ederler. Ve bazen affetmemek, kabullenmemek, direnmek ve sınır çizmek, gerçek özgürlüğün ta kendisidir.
Nihayetinde kişisel gelişim dünyasının pembe hayalleri gerçek hayatın sert yüzüyle çarpıştığında, ortaya çıkan manzara şudur: İnsanı edilgen, uyumlu ve teslimiyetçi bir varlık haline getiren bu öğretiler, özünde bireyin güçlenmesini değil, sistem tarafından kolayca yönetilmesini sağlayan bir araçtan ibarettir. Gerçek güç, kişisel gelişim öğretilerini sorgulamak ve kendini koruyarak yaşamakta saklıdır. Sınırlarını çizebilen, gerektiğinde yüksek sesle “Hayır!” diyebilen insan, gerçekten özgürdür.