“Köklü Kavram "Maarif"in Cazibesi ve Somut Uygulamalarla Karakter İnşası”

Maarif Modeli ya da kısa adıyla “Maarif”, Millî Eğitim Bakanlığımızın tanımladığı şekliyle; millî ve manevi değerler manzumesi ile maddi gelişmenin zirvesini hedefleyen bir vizyonun ürünüdür. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; öğretim programlarının temel yaklaşımı, öğrenci profili, “Erdem-Değer-Eylem Çerçevesi” ve “Beceriler Çerçevesi” bileşenlerinin bir araya gelerek oluşturduğu sistematik ve bütüncül bir eğitim modelidir.

Bu kapsamlı tanımın ötesinde, biz eğitimciler için asıl mesele, sistemi nasıl tanıyıp uygulayacağımızdır. Zira “Maarif”, kendi başına albenisi ve cazibesi olan, köklü bir medeniyet tasavvurunu çağrıştıran çekici bir kavramdır. Bu kavramın içeriğini doldurmak, sahadaki karşılaşılan sorunların üstesinden gelmek ve her bir menzilde bir taş üstüne taş koyarak ya da eser bırakarak somut sonuçlar elde etmek, modelin cazibesini ve kalıcılığını daha da artıracaktır.

Somut Bir Uygulama: Biyografik Romanlarla Değer Eğitimi

Somut bir çalışma olarak ortaokullar için (beşinci ve sekizinci sınıflar dâhil) Türkçe dersinde biyografik bir romanı Maarif Modeli'yle incelemek ve ders olarak işlemek üzerine bir çalışmaya koyulduk. Burada öğretmenin amacı; öğrencinin örnek şahsiyetlerle tanışması, değer farkındalığı ve okuma sevgisi kazanmasıdır.

Örnek biyografik romanlardan, Sadettin Kaplan’ın “Nasreddin Hoca Hayatı”, öğrencilere mizah yoluyla düşünme ve toplumsal değerleri; Ayşe Şaşa’nın “Mevlana Gibi Düşünmek” kitabı ise öğrenciye derinlik, düşünme ve hoşgörü gibi temel manevi ve insani değerleri kazandırır.

Bu anlamda tarafımızdan hazırlanan “Yusuf Nâbî’nin Çocukluğu” adlı roman da öğrencilere tarihî şahsiyetlerin hayat hikâyeleri aracılığıyla bu değerleri soyut bir kavram olarak değil, somut bir yaşam pratiği olarak sunacaktır. Öğrenciler, bu tür biyografik romanlarda sadece bilgi edinmekle kalmayacak, aynı zamanda karakter ve ahlak gelişimi süreçlerini de tamamlamış olacaktır. Bu tür çalışmalara sahada süreç odaklı okuma da diyoruz.

Örnek Biyografik Roman: Yûsuf Nâbî’nin Çocukluğu

Şiir Tohumları: Bir Gazelin Fısıltısı

Urfa’nın dar ve taşlı sokağında yankılanan bir bebek sesi sadece Yusuf’un dünyaya geldiğini müjdelemiyordu. Dışarıdaki gök gürültüsüyle karışan o ilk ağlama sesi, evin içinde bir anda derin bir sükûnete dönüşmüştü.

Baba, Mustafa Efendi, titreyen elleriyle kundaktaki minik bedeni kucağına aldı. Gözleri, yokluk içinde yeşerecek büyük bir hikmetin pırıltısını arıyordu bu masum yüzde. Önce, İslam’ın ilk nidası ezan yükseldi babanın dudaklarından. Hayatın ve imanın çağrısı, oğlunun sağ kulağına bir fısıltı gibi ulaştı. Ardından, ruhları derinden etkileyen salâ sesi sol kulağa usulca işlendi.

Ancak Mustafa Efendi, bir şairin babası olacağını biliyormuş gibi o anı sadece dinî vecibeyle sınırlı tutmadı. Ezberinde çok şiir vardı. Şair denmeyecek kadar şiir de yazardı. Şiirin verdiği ilhamla gözlerini kapadı, Divan edebiyatının bin yıllık geleneğinden gelen bir gazelin tüm beyitlerini bir nefes gibi oğlunun kulağına üfledi:

Baba Mustafa Efendi, Nâbî’nin Beşiğe Fısıldadığı Gazel’den…

Ansızın bir hikmetli söz düşer o taraftan,

İlim ve irfanı ararsan, dervişin gönlündedir.

Bu dünya bir misafirhanedir, ey tomurcuk dudaklı (yavrucuğum),

Her gelen gitmeye niyet eder, bil ki bu kaidedir.

Nâbî gibi hikmetli söz söyleyen, halka boyun eğmesin,

Zira cevherin kıymeti onu taşıyan sahibindedir.

Baba Mustafa Efendi, hocası Yakup Kalfa’ya ara sıra şiir okuduğunda Nâbî mahlasını kullanırdı. O dönemde zirve şairlerin şiirleri çalınıyor, başka meclislerde kendi yazmış gibi okuyan şair geçinenler de vardı. Gazel bittiğinde, sessizlik geri geldi. Böylece sonradan babasının ona hediye edeceği mahlasıyla Yusuf Nâbî’nin ilk şiiri, kâğıda değil, babası Mustafa Efendi’nin sesiyle gönlüne yazılmıştı.