"Beşinci fıkranın (1) bendine göre yapılacak inceleme sonunda İslam Dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen meallerin, Başkanlığın yetkili ve görevli yargı merciine müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilir. Yayımın internet ortamında yapılması halinde, Başkanlığın müracaatı üzerine, yetkili ve görevli yargı merci bu yayınla ilgili olarak içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi karan verir. Bu karanın bir örneği gereği yapılmak üzere Erişim Sağlayıcılar Birliğine gönderilir. Bu kararlara ve Başkanlığın talebinin reddine dair kararlara karşı tefhim veya tebliğden itibaren iki hafta içinde yetkili ve görevli yargı merciine itiraz yoluna gidilebilir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. Toplatma ve imha, içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi kararlarına itiraz edilmiş olması, karara konu yayınların toplatılmasına, içeriğin çıkarılmasına ve erişimin engellenmesine engel teşkil etmez. Toplatma ve imha kararına konu yayınlar, bu karara süresi içinde itiraz edilmediği veya yapılan itiraz reddedildiği takdirde imha edilir.”

Bir süredir yukarıya alıntıladığım düzenleme tartışılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın talebi üzerine TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen bu düzenleme meclisten de geçerse DİB yargıdan mealleri toplatma hakkını, yargıya itiraz da DİB’yi haklı bulur ise başkanlık mealleri yakma hakkını alabilecek.

Reform ve Rönesans’a rağmen, Protestan ve laikliğe rağmen, düşünce özgürlüğü ve nihayet profanlaşmaya rağmen batıda dinî konularda Müslüman dünyadaki kadar âlimlerin gelişigüzel ahkâm kesme serbestisi yoktur. Bizde sıradan vatandaş da konunun uzmanı da dinî konularda hiçbir kritere uymadan kendisine dilediğini söyleme hakkını veriyor. İşin uzmanlarının bile temkinli davrandıkları bir konu hakkında zerre bilgisi olmayanların kat’î hüküm vermesi bize mahsus olsa gerek. Anlayacağınız ülkem insanı din, kitap, hadis söz konusu olunca allame kesilebiliyor ve en patavatsız sözlerle dinî bir konuda hüküm verebiliyor.

Anlattıklarını Allah ve Resulüne iftira boyutuna taşımasa varsın söylesin diyebilirsin ama bunlar aleni bir şekilde Allah ve Peygamber’e iftira attıkları gibi aziz İslam’ı da töhmet altında bırakıyorlar. En olmaz şeye, hadis böyle diyor iftirasıyla Âlemlere Rahmet Muhammed Mustafa’ya (sav) olmadık ahlak dışı isnatlarda bulanlar var.

Aziz Kur’an için de ileri-geri konuşan Hocalar var. Olsun, kendi yazdıkları kitaplarda inkârı savunabilirler, Kur’an-ı Mecid hakkında (hakaret olmadıkça) en aykırı fikirlerini yazabilirler ama söz konusu meal olunca -kimse kusura bakmasın- mealin içine kinini, nefretini, sapıklığını boca edemez, etmemelidir. Kur’an-ı Kerim’in mesela “zenim” dediğine hiçbir Allah’ın kulu mealde, “Bu kısmı Peygamber öfkeden söylemiştir, Allah böyle bir şey söylemez” diyemez. Başka kitaplarında yazsın, yazdığını savunsun lakin söz konusu meal olunca böyle pervasız davranamaz. Başka anlamları olsa da meal Kur’an’ın çevrildiği dildeki adıdır. Yani Türkçe meal Kur’an’ın Türkçe’si olarak kabul görür. Dolayısıyla dinin temel ilkelerine uygun olmayan yorumlar mealde yer almamalıdır.

Meal aynı zamanda subjektif tercümedir. Subjektivite işin “kendince”liğini beraberinde getireceği için mealleri korumak DİB’nin sorumluluğundadır. Bu sorumluluğunu yerine getirmek Diyanet’e düşer. Ancak,

Diyanet İşleri Başkanlığı bu sorumluluğunu ifa ederken;

a)      Ön yargılı olmamalıdır. Beğenmediği birilerine ait çalışmada söz konusu dinin temel ilkelerine aykırılık bulunmuyorsa o meal için olumsuz bir karara varmamalıdır. Aynı şekilde dinin temel ilkelerini zedeleyen meal kime ait olursa olsun gereken yapılmalıdır.

b)      Bu incelemelerde alanında uzman olan ve farklı düşüncelere sahip hocaların görev almaları sağlanmalıdır. Farz-ı muhal 9 kişilik komisyona (alanlarında çok iyi olsalar da) aynı düşüncedeki Hocalar değil, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat mensubu da, tarihselci de, Kur’an’a Tasavvufî-İşarî yaklaşım sergileyen de, selefi yer almalıdır. Ayrıca konuya göre gerektiğinde o alanın müsbet ilimlerdeki uzmanları da komisyona dâhil olmalıdır. Bu hassasiyet, bakarsınız orta ve uzun vadede Kur’an-ı Kerim ile ilgili beklemediğimiz hayırlı yeni çalışmaların ortaya çıkmasına vesile olur.

c)      Meal yapanların tahsiline mutlaka bakılmalıdır. Çünkü Arapça bilmediği halde meal sahibi olan “devşirme”ciler biliriz. Diğer kriterlerin yanısıra Arapça’nın belli bir düzeyinin altında kalanların bundan men edilmeleri elzemdir.

d)      Her çalışma ve karar şeffaf olmalıdır ki kamuoyu dezenformasyonlarla hem çalışmayı hem de çalışanları töhmet altında bırakmasın. Kur’an-ı Mubin hepimiz için çok hassas bir değer olduğu için kimseye kitabımız üzerinden spekülasyon yapmasına imkân vermeyelim.

e)      Çalışma laik meal, devlet meali, cemaat meali, tarikat meali, Kemalist meal, modernist meal vb. gibi Kur’an-ı Kerim ile bağdaşmayan bir dinî anlayış ve/ya meal ortaya çıkarmamalıdır.

Bir de Diyanet İşleri başkanlığı bu hassasiyeti sadece mealler konusunda göstermemelidir. Evet, mealleri başıboş bırakmayalım ama diğer ciddi bir tehlike de Kur’an-ı Kerim’in kendisine indiği Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) yönelik çirkin ve ahlaksız iftiraların hiç çekinmeden serdedilmesidir.

Bakınız,  “Peygamber her Cuma mezarında cima yapıyor(!)” ya da “Her hafta Peygamber ile görüşüyoruz(!)” gibi iftiralarla âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa’ya iftira atılıyor. Bu iftiralar Hindistan kaynaklı sapık fırkalardan üstelik hadis(!) diye bizim insanlarımıza taşınıyor. Eğer DİB ülkede ateizm ve deizme kayanları görmek istiyorsa önce bu sapıklıkları görmelidir. Kimsenin Peygamber (sav) üzerinden cinsel fantezi yapmasına izin verilmemelidir.

Kurban Bayramınızı tebrik eder, İslam âlemi ve insanlık için sulh ve selamete vesile olsun.