“...Allah, bütün yaratılmışları, Peygamber ve Ehl-i Beyt için yaratmıştır. Eğer onlar olmasaydı, Yüce Allah ne göğü, ne yeryüzünü, ne cenneti, ne cehennemi, ne Âdem’i, ne Havva’yı, ne melekleri, ne de yarattığı şeylerden bir tekini yaratırdı. [...]
“Hz. Peygamber’in, Âdem’den babası Abdullah’a kadar bütün soyu Müslümandır. Ebu Talip bir Müslümandı. Annesi Âmine Bint Vehb de Müslümandı. [...]
“Allah’ın, Nebîsi Muhammed’den sonra yarattıkları üzerindeki delîlleri oniki imamdır... […]
“Ve bizim onlar hakkındaki inancımız şudur: Onlar, Allah’ın kendilerine itaat etmeyi emrettiği Ulû’l-Emr olan kişilerdir. […] Onlar hatâ ve yanlışlardan korunmuşlar (mâsum)’dır. Onlar, Allah’ın kendilerinden kirleri giderdiği ve tertemiz temizlediği kimselerdir. Onların mûcizeleri ve delilleri vardır. Yıldızların gök halkının emniyeti oluşları gibi onlar da yeryüzü insanlarının emniyetidir. Onlar, bu ümmet içinde Nuh’un gemisine benzetilebilir. Ona binen kurtulur ve bağışlanma kapısına (Hıtta) ulaşır. […]
“Ve selâm üzerlerine olsun onlar hakkında şu inancı taşırız: Onları sevmek îmân; onlardan nefret küfürdür. Onların buyruğu Allah’ın emri; yasakları da Allah’ın nehyidir. Onlara itâat Allah’a itâat; onlara itâatsızlık [itâatsizlik] Allah’a karşı gelme; onların dostları Allah’ın dostu (Velî) ve düşmanları da Allah’ın düşmanlarıdır.” (Şeyh Sadûk 1978: 108-109, 131, 109-110)
Fevkalbeşer mahlûklar: “Kâinâttaki bütün zerrelerin kendilerine boyun eğdiği 12 İmâm”!
“İmam’da egemenlik (velâyet ve hükûmet) yetkisi ile birlikte bulunan görevden ayrı olarak mânevî makamlar da vardır. Bu mânevî makamlar, ‘İlâhî Küllî Hilâfet’ makamını ifade eder ve İmamların (A.S.) beyanlarında bâzan bu makamların zikredildiği görülür. Bu, tekvinî (evrensel) bir hilâfet olup bu hilâfet gereğince bütün zerreler Veliyy-i Emr’e boyun eğerler. Mezhebimiz gereğince, bu mânevî makamlara ‘Melek-i Mukarreb’ ve ‘Nebîyy-i Mürsel’ de erişemez. Rivayetlere göre, Resul-i Ekrem (S.A.) ve İmamlar (A.S.), bu âlemden önce, Arş’ın gölgesinde nurlar idiler. Doğmadan önce dîğer insanlardan ayrı idiler ve bu açıdan üstünlükleri vardı. Allah’ın istediği kadar da makamları vardır. [...] İmamların (A.S.) hükûmet (egemenlik) konusunun açılmasından önce, böyle makamları olduğu, mezhebimizin ilkelerindendir.” (Humeynî 1979: 65-66)
Bütün bu iddiâların Kitâb-ı Münzel’de hiçbir izi yoktur; bunların kaynağı birtakım Hadîslerdir; onların uydurma ve bu iddiâların da hurâfeden ibâret olduğu, aklıselîme ayândır…
“Allâh’ın tahtı”nı kimler taşıyor?
“Bizim arş [taht] hakkındaki inancımız şudur: Arş, bütün yaratılmışlar tarafından taşınan veya desteklenen bir şeydir. Başka bir açıklamaya göre arş, ilimdir. […]
“Şimdi, bütün yaratılmışlar tarafından desteklenen arş, herbiri sekizer gözlü, gözleri de dünya kadar geniş olan sekiz melek tarafından taşınır. Meleklerden biri, insan şeklindedir ve o, Allah’dan, Âdem oğlu için (hergün) yiyecek sağlamasını diler. Onlardan biri de bir boğa şeklindedir ve o da, Allah’dan bütün hayvanlar için yiyecek sağlamasını diler. Onlardan biri ise, bir arslan şeklindedir ve o, bütün yırtıcı hayvanlar için Allah’dan yiyecek sağlamasını diler. Onlardan bir diğeri de horoz şeklindedir ve Allah’dan bütün kuşlar için yiyecek sağlamasını diler. Onlar şu anda dört tanedir. Fakat Kıyâmet günü gelince, sayıları sekiz olacaktır.
“İlim anlamındaki arş, öncekilerden dördü, sonrakilerden de dördü tarafından taşınır. Önceki dört, selâm üzerlerine olsun Nuh, İbrâhîm, Mûsâ ve Îsâ’dır. Sonrakiler de, Allah’ın salâtı üzerlerine olsun Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyin’dir. Arş ve taşıyıcılarına dair, imamlardan sağlam senetlerle nakledilen şeyler, işte böyledir.” (Şeyh Sadûk 1978: 46-47)
Üstün yaratılışta olan 12 İmâm her şeyi bilir!
“İmâmlar, Şerîati koruyan, onun hükümlerini halk arasında icra eden kişiler bulunduklarından, onların da Peygamberler gibi mâsum olmaları ve ismet husûsunda Peygamberle İmâm arasında bir fark bulunmaması gerektir. [...]
“İmamın, ilâhî hükümlere, ilâhî maârife, bütün bilgilere sâhip olması, Peygamber yâhud kendisinden önceki İmam vâsıtasıyladır. Yepyeni birşey hakkında da, İmam, Allah-ü Teâlâ’nın, ona ihsan ettiği kudsî kuvvetle, ilham yoluyla gereği gibi hükmeder, o şeyi, künhüyle anlar, bilir. Birşeye yönelirse, onu bilmek dilerse, o şey hakkında ancak gerçeği bilir; yanılmaz, şüpheye düşmez; bu husûsta aklî delîllere yâhud belletenlerin belletmesine ihtiyâcı yoktur; bilgisi, ıktizâ edince daha da derinleşir, daha da ziyadeleşir... […]
“İmam, herhangi birşeyi bilmek dilerse, o işin bütün gerçeği, eşyanın tozdan-pasdan arınmış, yapımı güzel bir aynaya, karşısındaki şeyler, nasıl akseder, olduğu gibi görünürse, İmâmın gönlüne de böyle akseder, görünür.
“Bu, Hazret-i Peygamber’in, (sallâllahu aleyhi ve âlihi) ve İmamların hayâtlarında her an görülmektedir. Hiç biri, bir muallime gitmemiş, bir mürebbiden birşey öğrenmemiştir; hattâ okumayı, yazmayı bile tâlim yoluyla elde ettiklerine dair bir rivâyet mevcut değildir. Hiç biri, bir hocadan ders görmemiş, hiç biri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir. Böyle olduğu hâlde, kendilerine birşey sorulunca, ona derhâl ve en doğru cevabı vermedeler, dillerine, bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri, yâhud cevabı bir müddet sonraya te’hirleri de vâki’ değildir...» (Rızâ’l-Muzafffer 1978: 51-53)
İnsanlık Âleminin en üstün kadını: Hz. Fâtıma
“Fâtıma, dünyânın, hem önceki, hem de sonraki kadınlarının başıdır. Güçlü ve Ulu Allah, onu kızdırana kızar; onu hoşnut edeni de hoşnut eder. Çünkü Allah, onu ve onu sevenleri ateşten ayırmıştır. O, bu dünyâdan, kendine karşı zulmedenlere ve hakkını alanlara ve babasından kalan mirasından mahrum edenlere kırgın olarak gitti.” (Şeyh Sadûk 1978: 125)
Fatma Hâtun’un Peygamberî İnkılâba ne hizmeti, ne katkısı olmuştur ki “dünyânın, hem önceki, hem de sonraki kadınlarının başı” kabûl edilsin? Üstelik, Şeyh Sadûk’un gelmiş geçmiş ve gelecek milyarlarca kadın hakkında ne bilgisi var da Hz. Fatma’nın hepsinden üstün olduğunu iddia edebiliyor?
Hz. Fatma, dâhi kadın, pâk Ayşe Vâlidemizin, hattâ Hz. Hafsa yâhud Hz. Ümmü Seleme Vâlidelerimizin önüne çıkarılabilir mi? Hz. Peygamber’in can yoldaşı, dâvâ arkadaşı ve ölünciye kadar kendisinin en büyük desteği Hazret-i Hatîce Anamızın yanında kızı Fâtıma’nın lâfı mı olur?
Mezheb taasubundan ve Efsânevî Zihniyetten kaynaklanan uydurma, hurâfî Hadîsler, işte bu kadar aklıselîme zıdd iddiâlara mesned oluyor!
Yahûdilikde “Mesîh”, Şiîlikde “Mehdî”
“(12 İmâmın sonuncusu,) zamânın sâhibi, Rahman’ın yeryüzündeki halîfesi, yeryüzünde var, fakat gözlerden gizli Muhammed B. el-Hasan’dır... […]
“Biz, Allah’ın yeryüzünde, zamanımızda, kulları içindeki halifesinin el-Kaaim (Allah’ın şeriatını ayakta tutan), el-Muntazar (Beklenen), Muhammed b. el-Hasan b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Mûsâ b. Câfer b. Muhammed b. Ali b. el-Huseyn b. Ali b. Ebî Tâlib -selâm üzerlerine olsun- olduğuna inanırız. Ve o, […] Nebî’nin, […] Allah’dan alarak adını ve soyunu bildirdiği kimsedir. Ve o, zulüm ve adaletsizlikle dolmuş bulunan yeryüzünü eşitlik ve adaletle dolduracak olandır... […] O, […] Allah’ın, yeryüzünde ezan okunmıyan bir tek yer kalmayıncaya ve Din, bütünüyle Yüce Allah’ın oluncaya kadar, onun elleriyle yeryüzünün doğuları ve batılarını fethedeceği şahıstır... Ve o, Nebî’nin […] bildirdiği Mehdî’dir. Ve o, İsa B. Meryem indiği zamân, İsa’nın onun arkasında namaz kılacağı kimsedir... Ve namaz kılan biri, onun arkasında namaz kıldığı zaman, Allah’ın Resûlü (s.a.v.) arkasında namaz kılanlar gibi olur. Çünkü o, onun halifesidir.
“Biz, ondan başka bir kaaim bulunmasının câiz olmadığına inanırız. O, istediği kadar gizlilik (ğaybet) içinde kalabilir; hattâ onun yokluğu (ğaybet), dünyanın ömrü boyunca sürse bile, ondan başka bir kaaim olmayacaktır; çünkü Nebî […] ve […] imamlar, onun adını ve soyunu işaret etmişler; onu tâyin etmiş ve müjdelemişlerdir…” (Şeyh Sadûk 1978: 109, 111-112)
“…İnsanları fesaddan, zulümden kurtaracak bir ıslâh edenin, Mehdî’nin zuhûr edeceğine de îmân etmekteyiz… (O, -babasının vefâtıyla 5 yaşında İmam olan- 12. İmamdır...) […] Bu da Peygamber-i Ekrem’den (S.M.) ve Ehl-i Beytinden gelen Mütevatir Haberlere dayanmaktadır. Doğumu ve gizlenmesi, mütevatir olarak nakil ve rivayet edilmiştir... […] İmam gizli olsa da, Allahü Teâlâ tarafından takdîr edilen günde, elbette zuhûr edecektir ve bu, ilâhî sırlardan bir sırdır... […] [Nitekim,] Kur'ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre, İsa Peygamber (A.M.) de hâlâ sağdır...” (Rızâ’l-Muzaffer 1978: 62-63)
Şiîlerin bu Mehdî akîdesi de, Kur’ân’ın hem Lafzına, hem Rûhuna aykırı olarak, başta Tevrâtî têsîr ve Mezheb taassubu olmak üzere, muhtelif têsîrlerle peydâ olmuş bir hurâfedir. Bu husûsta birbiriyle mütenâkız ve bu meyânda Kur’ânî Rûhu da nakzeden (meselâ ondaki İlim Zihniyeti ve Vicdân Hürriyetiyle teâruz eden) yüzlerce Hadîs uydurulmuştur. Ve elbette Kur’ân-ı Mübîn böyle akıl-iz’ân dışı hurâfelerden kat’iyen münezzehdir! (Bu tesbîtimizle alâkalı şu iki eser, çok kıymetlidir: 1) Doç Dr. Abdullah Aydemir merhûm -Eğridir, 28.10.1938 / İzmir, 27.2.1991-, Tefsîrde İsrâiliyyat -Hicrî 6. Asrın Başına Kadar-, Ankara: Diyanet İşl. Bşk. Yl., 1979, 16x24 cm, 331 s.; 2) Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir -Yozgat, İnceçayır, 1939-, Mevzû Hadîsler; Menşe’i, Tanıma Yolları, Tenkidi, Ankara: Diyanet İşl. Bşk. Yl., 16x24 cm, 215 s.)
Şiî akâidinin iki mûteber kitabı…
***